23 Nisan 2019 Salı

Yaşamın İçinden: Bugün 23 Nisan



BUGÜN 23 NİSAN

Bugün 23 Nisan, hep neşeyle doluyor insan. Bugün 15 Temmuz’la birlikte bir kez daha “Gazi” unvanını alan Türkiye Büyük Millet Meclisimizin açılışının 99. Yıldönümü. Kutlu olsun, mutlu olsun. Günün anlam ve önemini anlatmadan ve güne ilişkin görüşlerimize geçmeden önce isterseniz bir 99 yıl öncesine gidelim. Öğrendiklerimizden hareketle anlatırsak o zamanı hatırlayın; 1920 yılında Osmanlı karar alma organı Meclis-i Mebusan(Mebusan Meclisi), işgalci güçlerin baskısına rağmen o dönem Milli Mücadele’yi yürüten Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu Temsil Heyeti’nin, uzun uğraşları ve dönemin sadrazamları Ali Rıza Paşa hükümetiyle yaptığı görüşmeler sonucunda İstanbul’da yeniden açılmıştı. Fakat Mebusan Meclisi’nin milli sınırları belirten Misak-ı Milli’yi(Milli And) kabul etmesi İtilaf Devletleri’nin 13 Kasım 1918 ile 16 Mart 1920 tarihleri arasında İstanbul’u resmen işgal etmesine yol açmış, meclis kapatılmış ve mebuslar(bugünkü milletvekilleri) Malta Adası’na sürgüne gönderilmişti. Ali Rıza Paşa’nın istifa etmesiyle sadrazamlığa önce Salih Paşa getirilmiş, ancak baskılara boyun eğmeyince istifa ettirilerek manda yönetimini kabul eden eski sadrazam Damat Ferit tekrar göreve getirilmişti. İstanbul’da yaşanan bütün bu gelişmeler hasebiyle Milli Mücadele’nin merkezi haline gelen Anadolu’da yeni bir meclis kurulması kararlaştırıldı ve yeni bir devletin de temellerinin atıldığı 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi resmen kuruldu. Bu meclis hem yurdu düşmandan kurtardı hem de 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan eden I. Meclis olarak kayıtlara geçtikten sonra yerini II. Meclis’e bıraktı. Bugün TBMM’nin temellerinin atıldığı o ilk bina, hali hazırda Cumhuriyet Müzesi olarak hizmet vermeye devam etmektedir. 23 Nisan Bayramına “Ulusal Egemenlik” adını veren kısmı buydu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara yönelik ayrı bir sevgisi olduğu, onları Türkiye’nin geleceği olarak görüp her zaman desteklediği için bugünü bayram olarak çocuklara armağan etmiş ve 23 Nisan o günden bugüne “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak kutlanmaya devam etmektedir.

Devlet çocuklara emanet

Bugünün özel bir geleneği de var. Yine bu geleneğin mimarı da hiç şüphesiz Atatürk’tür. Ulu önderin 23 Nisan’da koltuğunu bir günlüğüne kendi seçmiş olduğu bir çocuğa bırakması zaman içinde bir geleneğe dönüşmüş, bugüne kadar kimler devletin ve hükümetin başına geçtiyse kabinesiyle beraber koltuklarını her sene değişmek suretiyle çocuklara bırakmışlardır. Devlet bir günlüğüne çocuklara emanet ediliyor yani bugün. Zaman zaman sekteye uğrayan bu geleneği -ki uğramaması gerekirdi- sürdürmek önemli çünkü dünyada çocukların resmi olarak özel bir bayram kutladığı tek ülkeyiz ve madem onlara gelecek gözüyle bakılıyor, geleceği onlara yaşatarak göstermek gerekir diye düşünüyorum.

Bugünün tablosu

Gelelim Türkiye çocuklarının gerçeklerine. Evet, eğitimini gören ve bayramını her yıl coşku ve sevinçle kutlayan çocuklarımız var fakat okuyamayan, dolayısıyla çalışıp hayatını genç yaştan itibaren kazanmaya çalışan ya da başka şekillerde yitip giden ve erken yaşta harap olan çocuklarımız var. Her ne kadar bu kara tablo günden güne biraz daha azalıyor olsa da hiç olmaması, çocuklarımızın zorluk çekmeden okuyup eğitim görmesi zamanı gelince de bayramını kutlaması gerekir. Ana fikir olarak da şunu söyleyebiliriz; çocuk çocukluğunu en iyi, en güzel şekilde yaşamalıdır. Bütün çocuklarımızın hayal kurabildiği ve çocukluğunu yaşayabildiği bir dünya emin olun daha mutlu, daha huzurlu ve renkli bir dünya olacaktır. Bir kez daha bu duygu ve düşüncelerle hepimizin Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere, tabii asıl olarak çocuklarımıza armağanı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.

Muhammet YILMAZ

15 Nisan 2019 Pazartesi

Yaşamın İçinden: Hayvanın Hakkı Yok Mu?


HAYVANIN HAKKI YOK MU?

Hayvan hakları son zamanlarda özellikle de son bir-iki yılda oldukça fazla bir şekilde gündemimizde. Çünkü halk bu konuda öylesine bilinçli bir tutum sergilemekte ki hiçbir şey gizli kalmıyor ve hayvanlara yapılan eziyetler, hayvan haklarının çiğnenmesi artık halk nazarında çok büyük tepki görmekte. Hayvana şiddetin son örneğine geçtiğimiz günlerde Ankara’da şahit olduk. Köpeklere yapılan insanlık dışı muamele gerçekten tüyler ürpertici detaylar içeriyor. Batıkent’te köpeklerin zehirlenerek öldürülmesi ile ilgili soruşturma hali hazırda sürmekte fakat sonucunda kayda değer bir şeyler çıkar mı, milletin dikkat ettiği nokta bu. Çünkü Türkiye olarak kadına ve hayvana şiddeti önlemede ne yazık ki sınıfta kalmış toplumuz. Bu konuyla ilgili her ne kadar bilinçlendirme ve bilgilendirme faaliyetleri yapılıyor olsa da caniler her yerde. Bizim adalet sistemimizin en büyük zafiyeti nedir biliyor musunuz? Suçtan caydırıcılık. Halkın bu konuda bilinçli olması maalesef yeterli olmuyor, bu işin arkasını toplayan, ilgilenen bir kişi yoksa şu 780.000 km2 içinde gerçekten bize yazıklar olsun! Demek ki olayın önemini kavramamış birileri. Halk bilinci dediğin olgu bir yere kadar işlemekte görüldüğü üzere. Demek istediğim şu; hukuk sadece insana karşı işlenen suçta geçerli olmamalı. Hayvanın hakkı yok mu? Sokakta kendi halinde yaşamaya çalışan kedinin, köpeğin veyahut kuşun vs. günahı ne? Bakınız sadece Ankara’daki köpek zehirlenmesi olayıyla sınırlamayalım kendimizi ve yakın geçmişimize de bir bakalım; Sokakta yaşayan kaç tane yavru kedi ve köpeğin elleri ve ayakları kesildiğine, akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan bir adamın papağanına kamuoyu önünde işkence yapıldığına şahit olmuş bir milletiz biz. Halk bunu görüyor, duyarlı vatandaşlar sosyal medyadan paylaşıyor ve heterojen fakat ortak dili konuşan duyarlı bir kitle meydana gelip en yüksek perdeden tepkisini dile getiriyor. Sonunda olan şey ne? Sanık hakkında kovuşturmaya gerek yok. Gerekçesi de sağlığı yerinde olmadığı. Çoğunlukla senaryo böyle şekillenmekte. Yanlış giden daha doğrusu eksik kalan bir şeyler var ama. Nedir o devlet, yerel yönetimler ve hukukçular nezdinde karşılık bulmuyor bu tepki. Hadi diyelim hukuk kendini sınırlayan yasalara bağlı, milletin seçtiği vekiller ve devlet yöneticileri neden bu sınırları caydırıcılığı artıracak şekilde düzenlemiyor?

Devreye girin artık

Türkiye’nin özgür ve bağımsız gazetecilik platformu Kırmızı Alan olarak bir çağrı yapma gerekliliği duyuyoruz bu noktada. Lütfen, özellikle hayvan hakları hususu başta yer alacak maddelerden biri olmak üzere şu hukuk sisteminde gereken düzenlemeleri yapın. Seçimi şunu bunu bırakın ve halkın duyarlılık gösterdiği şu konularda sizde gerçek anlamda devreye girin artık. Seçim yapa yapa ve suni gündemlere tav ola ola yaşadığımız sokakta, caddede ve mahalle de ne oluyor onu unuttuk. Ulusal meseleler, terör, ihanet tamam onlarla olan mücadeleyi yürütün ama diğer yandan kadına şiddet, hayvan terörünü de es geçmeyin. Bu bizim halk nezdinde oluşan farkındalığın duyurulması adına çağrımızdır.

Yasal düzenleme gerek

Konumuz hayvana yönelik terör olduğu için oradan giderek konuyu genelleyelim. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş Ankara’daki köpek zehirlenmesi olayıyla ilgili zabıtayı görevlendirdi. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli de işin peşinde olacak gibi görünüyor ama yetmez. Daha önce meclise gelen yasa tasarısının meclisten geçirilmesi lazım. Çünkü Kabahatler Kanunu’nda hayvan şuanda affınıza sığınarak söylüyorum mal yerine konmakta. Bu yüzden en ağır verilebilecek cezai hüküm para cezası. Dolayısıyla yasal düzenleme yapılması gerekiyor ki hayvana yönelik terörün önüne yasal olarak da geçilebilsin. Hukuk aslında genel bir konu bunun kadını çocuğu da var ama onu da başka bir yazıda ayrıntılı olarak irdeleriz. Burada dikkat çekmek istediği husus; hayvanın da Allah tarafından yaratılan bir canlı olduğu, dolayısıyla mal yerine konamayacağı ve haklarının gözetilmesi gerektiğidir.

Muhammet YILMAZ

10 Nisan 2019 Çarşamba

Politik Eksen: Tekrar Seçime Mi Gidiyoruz?


TEKRAR SEÇİME Mİ GİDİYORUZ?

Son gelişmelere bakılırsa İstanbul’da ilk öngördüğüm ihtimale doğru adım adım sürükleniyoruz. Ya da iktidar partisinin bizi çekmek istediği noktaya doğru gidiyoruz. Olur mu bilemiyorum fakat sandık usulsüzlüğü olduğunu daha önce defalarca ifade ettim bunun gereğinin yapılmakta olduğunu, yapılmasına neden mani olunduğu konusundaki şüphelerimi de açıkça aktarmıştım bundan önce yazdığım iki yazıda. Buradan devam edelim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “YSK seçim güvenliğini tehdit eder hale gelmiştir” ve “İtirazlara değil delilsiz ve gerekçesi olmayan tavra karşı çıkıyoruz” açıklamaları düşündürücü. Zira CHP aleyhine alınmış bir kararı söz konusu olmadı YSK’nın. Balıkesir ve Muş’ta itirazlarının reddedilmesi ise mesele burada evet yeniden sayımın yapılması gerekirdi. Onun için Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamaları kamuoyu nezdinde CHP’yi haklı konumdan haksız konuma düşürüyor. Çünkü İstanbul’da gördüğüm kadarıyla yeniden sayımlar tamamlanmak üzere. Ve sayım yapılıp fark azalsa bile de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı hakkının Ekrem İmamoğlu’nda olduğu anlaşılıyor. Bunlar tabii benim siyasi parti temsilcileri vasıtasıyla edinmiş olduğum bilgiler. AK Partili Ali İhsan Yavuz ve Bayram Şenocak öyle görünüyor ki koltuklarını kurtarma derdine düşmüşler, bunun için tekrar seçim zemini oluşturmaya çalışıyorlar. Halbuki teşkilat başarısızlığını örtbas etmek için yapılıyorsa bu hamle son derece yanlıştır. Kazananın hakkının teslim edilmesi gerektiği söylenmeli ve kazanan kişi tebrik edilmelidir. Böyle illa İstanbul’u geri alalım, alırsak kendimizi kurtarırız anlayışıyla hareket etmek son derece yanlıştır ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı biraz olsun tanıyorsam, asla bu tip başarısızlıklar için bahane kabul etmeyen bir liderdir. Ve parti içinde gerçekleştireceği değişim ve dönüşümle bunun cezasını elbet kesecektir. Ali İhsan Yavuz ve Bayram Şenocak bunu çok iyi biliyor, emin olun şu zamanda gösterdikleri çabayı zamanında Binali Yıldırım’ın seçilmesi için seçim kampanyası döneminde gösterselerdi şimdi bu tartışmalar konuşulmayacaktı. Belki de o koltuk şüphesiz şaibesiz Binali Yıldırım’ın olabilirdi. Çünkü tek başına gösterdiği performans takdire şayandı. Onun bu Binali Yıldırım başarısızlığı değil teşkilatın başarısızlığı, ceza kesilmesi gereken kişiler de Ali İhsan Yavuz ve Bayram Şenocak’tır.

Vicdanları kanatır

Sandık usulsüzlüğünün belgelenmesi ve ardından yapılan itirazlar sonucu pek çok yerde geçersiz oylar tekrar sayıldı, bazı yerlerde de bütün oylar. Bazı siyasetle ilgilenen arkadaşlarım AK Parti’nin birleştirme tutanakları ve geçersiz oyları saydırma işlemini belge toplamak için yaptıklarını ifade etmekte. Bir organize usulsüzlük var ve YSK’ya bu belgelerle gitmek seçimin yenilenmesi adına yeterlidir demekteler. Böyle olsa bile halk nazarında bir infial oluşturur. Ve yenilenen seçim muhalefetin lehine olur kanımca. Oldu ki seçim yenilendi ve kazanan AK Parti oldu, bu sefer de muhalefet itiraz edecek. Dolayısıyla iş daha da çıkmaz bir hal alacak. Yani alınacak olası bir yenilenme seçimi kararı vicdanları kanatır diye düşünüyorum.

Yeni karmaşaya gebe

Öyle görünüyor ki önümüzdeki günler yeni bir karmaşaya gebe. İstanbul açısından durum öyle görünüyor. Ekrem İmamoğlu “Bu işin artık suyunu çıkarmayın” demekte şuan haklı gibi görünüyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de yenileme seçiminin yapılmasından yana tavır koydular. Şimdi Büyükçekmece’de geçtiğimiz gün polis “sahte seçmen” operasyonu yaptı. Ayrıca bazı sandık görevlileri de gözaltına alındı. Yenileme seçimi için ikna edici bir sebep olabilir ama halkı yeniden seçimin haklı olduğuna ikna etmeden bu kararı aldırmak yanlış ve AK Parti adına prestij kaybına yol açacak bir adım. Onun için iktidar kanadında da bu işin tekrar düşünülmesinde fayda var. Hadi biraz mizah yapmak suretiyle bitirelim; Madem iki türlü de sonuca ulaşamayacağız her türlü karmaşa oluşacak, öyleyse mevcut başkan Mevlüt Uysal’a bir beş sene daha yetki vermiş kabul ederek mevcut başkanla yola devam edelim. Sanırım böylesi daha iyi olacak gibi. Çünkü diğer türlü asla sonuca ulaşamayacağız ve her türlü infial sürecek gibi duruyor.

Muhammet YILMAZ

Politik Eksen: Doğru Adımlarla Kazanımlar


DOĞRU ADIMLARLA KAZANIMLAR



Bu seçim kağıt üzerinde Cumhur İttifakı açısından zafer gibi görünse de seçimin büyükşehir bağlamında kazananı Millet İttifakı olmuştur. CHP ve İYİ Parti’nin oluşturduğu Millet İttifakı, hatırlayın 24 Haziran sonrası büyük çıkmazları geride bırakıp tam seçim sathına girildiği dönem; aday belirleme sürecinde de büyük krizlerle karşı karşıya kaldı. Ancak büyükşehirlerde akıllıca hamleler yaparak hem o içerideki fırtınayı dağıttı, hem de rakiplerin rehavete kapılıp üst üste hatalar yapmaya başladığı anda doğru zamanda doğru adımları attı. Örneğin ilçede başarılı olmuş belediye başkanını büyükşehir için aday göstermek, büyük bir risk olduğu gibi aynı zamanda akıllıca bir hamledir. Bu fikir CHP içinde yalnızca bir kişiden çıkmış olabilir diye düşünüyorum o da CHP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ordu Milletvekili Seyit Torun. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan tek başına da çıkmış olabilir pekala fakat benim tahminim Torun’dan yana. Çünkü Seyit Torun kadar CHP’de yerel yönetimler bağlamında tecrübeli ve bu işi anlayan tepe bir isim bence yok. CHP’li olarak Ordu Ulubey’de ilçe belediye başkanlığı yapmış, ardından yıllarca DSP ve CHP’den aday olup Ordu Belediye Başkanlığı’nı güler yüzü ve samimiyetiyle idare ettikten sonra CHP’de bu alanın Genel Başkan Yardımcısı oldu. Ve şimdi de benim düşünceme göre önemli bir zaferin perdesini aralamasını sağladı CHP’nin. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, Bursa’da Mustafa Bozbey, Antalya’da Muhittin Böcek ve İzmir’de Tunç Soyer vs… hepsi isabetli tercihlerdi. Elbette CHP’nin kazandığı bazı yerler özellikle üç büyükşehirde kazanmasının temel nedeni Cumhur İttifakı’nın yaptığı kritik hatalardı. Örneğin suçun şahsiliği ilkesini göz ardı edip İzmir adayı Tunç Soyer’i 12 Eylül hakimi babası üzerinden karalamaya çalışmak, aynı şekilde Ankara adayı Mansur Yavaş’ı aslı astarı belli olmayan sahte senet iddialarını seçim malzemesi yaparak karalamak gibi. Buna karşın CHP ve İYİ Parti liderleri Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu gittiği her yerde halkın daha yoğunlaştığı konu olan ekonomiyi anlattılar ve karşı cepheden gelen suçlamalara karşı iyi bir manevra ve algı oluşturup yönlendirme konusunda akıllıca hareket ettiklerini unutmamak lazım. Ayrıca sert ve kutuplaştıran dilden ziyade daha yumuşak bir tondan seslenerek karşı cepheden de oy devşirmeyi başardılar.

Seçimi çözdüler

Aslında seçimin çatısını doğru kuramamıştı Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti. Partiye küsen çok isim oldu fakat onlara rağmen seçmenin parti aidiyetini sağlam tuttukları ve temayı doğru okudukları için dezavantajla başladıkları yarışı avantajla bitirdiler. Milletin seçim trafiğinden yorulup geçim derdine düştüğünü sıkça dillendirip tank palet fabrikası gibi özelleştirme yapılan mekanizmaları da doğru bir şekilde seçim malzemesi olarak kullandıkları için genel anlamda Millet İttifakı seçimi çözmüştü diyebiliriz. Ben bunun dışında bazı yerlerde bir de ittifaka resmen dahil olmayan HDP ve Saadet tabanından da aldıkları oylar sayesinde de önemli büyükşehirlerde başarı elde ettiklerini de eklemek istiyorum. Ve bu başarının mimarı olarak gördüğüm CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun'u kutlamak gerektiği kanısındayım.

Aday performansları iyi


Benim seçim boyunca vurguladığım önemli bir husus aday performanslarının iyi olduğuydu. Gerçekten aday performansları, özellikle muhalefetin büyükşehirlerde çıkardığı pek çok adayın performansları ciddi derecede öne çıkan bir etkendi. Ve bunun meyvesini pek çok büyükşehirde aldı muhalefet. Bazıları seçilemedi belki fakat aday gösterildikleri illerde CHP oylarının ve sempatisinin yükselmesini sağladı. Dolayısıyla aday seçimi ve performansı konusunda kimse CHP'yi sorgulayamaz. İYİ Parti’ye çok fazla değinmedim çünkü sonuçlara baktığımızda İYİ Parti adına öne çıkan tek şey CHP ile ittifak yaptığı yerlerde seçimi onlara kazandırması oldu. İller bazında bir başarı sağlanamadı. İlçelerde de çok fazla öne çıktığını söyleyemeyiz. Yani Meral Akşener, bir yardımcı oyuncu olmaktan öteye gidemedi. Dolaysıyla ittifak içinde kazanan CHP oldu. Bakalım idare etme bağlamında aynı başarıyı gösterebilecekler mi ama? Esas dikkat edilmesi gereken nokta bu. Neleri değiştirecekler nasıl bir belediyecilik yürütecekler zamanla göreceğiz. 2023’e kadar başka seçim görmemek dileğiyle.


Muhammet YILMAZ

9 Nisan 2019 Salı

Politik Eksen: Ders Alma Var, Düzelme Yok


DERS ALMA VAR, DÜZELME YOK



Son üç seçimde, 31 Mart seçimleri de dahil, AK Parti için yapılabilecek en doğru tespit bu olur sanırım. Ders alma, hataları görme var ancak hatadan çıkarılan dersle düzelme ve değişim var mı derseniz gram yok. 16 Nisan Referandumu, 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Seçimleri, son olarak da 31 Mart Belediye ve Mahalli İdare Seçimleri. Seçmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diyor ki “Biz sana güveniyoruz fakat parti kadrolarına güvenmiyoruz. Parti kadrolarını değiştir, anlayışını gözden geçir, özüne dön öyle gel”. Bazı şeyler büyük bir musibet başa gelmeden tam olarak görülemiyor demek ki. Hani derler ya “Bir musibet bin nasihatten evladır” diye, işte tam da o hesap şimdi AK Parti için yapılabilecek hesap. Ankara’yı kaybettiler, İstanbul’da da her ne kadar hukuki usulsüzlük olsa bile bu sonucu çok fazla etkilemeyecek gibi. Etkileyip sonucu değiştirse bile de rakiplerine karşı şuan çok aciz bir duruma düştü AK Parti. Demek ki beka söylemi tutmadı. Ya da tutmuş olsa bile büyükşehirlerde yaşayan halkın sorunu beka değil. “Memleket İşi Gönül İşi” ve “Gönül Belediyeciliği” gibi anlamlı temalarla çıktığı yolculukta strateji ve söylem hatası nedeniyle önemli illerde kaybeden parti oldu. Hatırlayın en son 7 Haziran Milletvekili ve Başbakanlık Seçimleri’nde tek başına iktidarı kaybederek böyle bir duruma düşmüştü. Ancak 1 Kasım’a kadar olan süreyi toparlanma açısından iyi değerlendirerek 1 Kasım’da net bir zafer elde edilmişti. Şimdi görünürde 4,5 yıl boyunca seçim yok, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle kesintisiz icraat dönemi başlayacak. Görünürde diyorum çünkü bu kadara kalmadan en geç 1-2 yıla yine bir erken seçimle karşı karşıya kalabiliriz. Bazı büyük gazeteci meslektaşlarımın da hafiften dillendirmeye başladığı gibi. Türkiye siyasi gündeminin seçimden seçime şekillendiğini de göz önünde bulundurursak bu beklenti bence yine çok geçmeden yerini bulur diye düşünüyorum. Olması gereken elbette bu değil, fakat ihtimaller dahilindedir ve göz önünde bulundurulması da gayet normaldir.

Kurtuluş reçetesi

Gelelim AK Parti’nin kurtuluş reçetesine. Böyle giderse şayet Erdoğan daha partinin başındayken AK Parti yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Çünkü parti içindeki hep söylüyoruz “AKP’li bir güruh” partiyi bitirmeye artık ciddi ciddi niyetlenmiş, el altından verdikleri sakat taktiklere parti tavanını ikna etmek suretiyle bunu adım adım gerçekleştirmekteler. Cumhurbaşkanı da bunu görmüş olmalı ki seçim akşamı balkona sadece eşi Emine Erdoğan’la çıkarak kabinede ve parti içinde değişim olacağının ilk sinyallerini verdi. Ancak bir değişim olacaksa bunun çok kapsamlı bir şekilde yapılması gerektiği açık. Çünkü seçmenin sandıkta verdiği mesaj “kökten öze doğru bir değişim” olması gerektiği mesajı benim anladığım. Mesela AK Partili Yasin Aktay’ın söylediği şu söz çok önemli “Liderin karizması hala yerli yerinde, taptaze ve canlı. Ancak onu izleyenler artık bu karizmaya inanmaktan ziyade o karizmadan faydalanmanın telaşına düşmüşlerdir”. İşte hem o karizmadan yaralanmak isteyen AKP’lilerin, hem metal yorgunluğunu atamamış kitlenin partiden tasfiye edilmesi, temizlenmesi şart. AK Parti içinde bulunduğu vahim durumdan ancak bu şekilde kurtulabilir.

İttifakın kazananı MHP

31 Mart seçimlerinin kağıt üzerindeki kazananı Cumhur İttifakı olabilir, fakat Cumhur İttifakı içindeki kazananı MHP olmuştur. Çünkü genelde yanlış bir strateji yürütmesine ve Mersin ve Adana gibi kendi açısından önemli yerleri kaybetmesine rağmen AK Partili seçmenin memnun olmadığı yerlerde alternatif konumunda olduğu için AK Parti’den aldığı bazı belediyelerle kendi seçmeninin gözünde tolore edilebilir bir sonuç elde etmiştir. Yani 24 Haziran’da olduğu gibi 31 Mart’ta da Cumhur İttifakı MHP’ye kazandırdı. Bu tabii aynı zamanda Cumhur İttifakı’nın AK Parti açısından devam etmesi için de bir neden oluşturdu. Şimdi AK Parti adına bir seçim yapma zamanı. Acaba bu şekilde pansuman tedavilerle gidip daha fazla kan kaybetmeyi ve yok olmayı göze alarak devam mı edecek, yoksa köklü ve uzaklaştığı özüne dönüşü sağlayacak kalıcı bir anlayış ve kadro değişikliğiyle yeni ve taze bir oluşum olma özelliğini koruyabilecek mi? Sorunun cevabını elbette önümüzdeki süreci bekleyip yaşayarak göreceğiz.

Muhammet YILMAZ

5 Nisan 2019 Cuma

Politik Eksen: Her Kafadan Var Bir Ses


HER KAFADAN VAR BİR SES

Ali İhsan Yavuz, Ekrem İmamoğlu, Muharrem Erkek, Bayram Şenocak vs… Hepsi hemen her gün konuşuyor ama kayda değer bilgiyi hangisi söylüyor bilmiyoruz. Biri diyor şu kadar oy düzeltildi öteki bu fark buradan kapanmaz falan filan. Nereden biliyorsunuz? Size gelen veriler nereden geliyor? Bir eleştirim de meslektaşlarıma yani gazetecilere. Ben bir haberi teyit etmek ve okuruma sağlam bilgi aktarıp yorumlamak için birkaç yerden aynı anda gelişmeleri takip ederim. Ancak öyle bir durum var ki şuan önümüzde sayılar aktarılıyor fakat hangisi ne sayısı, kaç sandıktan ne kadar oy çıktı, tutanak düzeltmesi yapıldı mı buna ilişkin sağlam bir veri aktarımı sağlanamıyor? Bundan dolayı milletin de kafası karışık. Her kafadan var bir ses ama hangisi ne söylüyor, nasıl ve neyi ifade ediyor anlaşılmıyor. Anlaşılan meslektaşlarımın da kafası bir hayli karışmış. Ama bu onların suçu değil. Bu işin başındaki kurum olan Yüksek Seçim Kurulu, her sandıktan çıkan sonucu bütün şeffaflığıyla gazetecilere anlatmak suretiyle kamuoyu ile anında paylaşsa emin olun halkın kafasında yine soru işareti kalır ama bu kadar değil. Belki 3 ila 4 arası. Gelin görün ki YSK Başkanı Sadi Güven ser veriyor sır vermiyor. Devlette şeffaflık bu aralar en çok yaptığım vurgulardan biri. Bakın Ovacık’ta gösterdiği başarısı bütün Türkiye’ye örnek olan komünist başkan Fatih Mehmet Maçoğlu, bu yüzden şimdi Tunceli’nin belediye başkanı seçildi. Bir ille bir devlet yönetmeyi elbette karşılaştıramazsınız fakat belediyecilik de küçük bir devleti yönetmek değil midir esasında? Devlet bence bunu yapabilir.

Suyunu çıkarmayın

Buradan çok samimi bir çağrım var; iktidarcı ve muhalif gazeteci ve siyasilere. Dürüst olun, yalan yanlış yönlendirme yapmayın. Şuan öyle bir noktaya geldik ki tam olarak neredeyiz bilmiyoruz ve anlamıyoruz. İşin suyunu bir de siz çıkarmayın. Hani bu seçimler yüzünden zaten memleketin çivisi çıkmış, kimse kimseyi dinlemez duruma gelmiş. Oluruna bırakmakta fayda var her şeyi. Sürece gerektiğinden fazla müdahil olmak vatandaşa zarar vermekten farksız. Bir usulsüzlük olduğu gayet açık ve net ortada, gereği yapılıyor. Bu noktada herkesin itidalli davranması gerekir.

Hukuk herkes için var

Ve usulsüzlük diyoruz, AK Parti’nin itirazı kabul edilmelidir diyoruz fakat aynı şey CHP ve İYİ Parti için de geçerli. Bakın Muş ve Balıkesir’de şüphe var sayım yapılsın diyorlar, yapılsın kardeşim. Neden itirazlar reddediliyor? Hukuk herkes için var ve herkese lazım. Adaletin hakkaniyetli bir biçimde dağıtılması için bir tarafı yükseltirken diğer tarafı düşürmemek esastır. Nasıl muhalefetin İstanbul ve Ankara’da bir an önce mazbata talep etmesi bariz bir şaibe olduğu için yanlışsa, buralarda da şaibe oluşmuştur ve sayım yapılması gerekir kanımca. Ve gelelim bazı yazarların görüşlerine. Bazı gazeteciler AK Parti’nin iktidar sarhoşluğuna kapıldığı için İstanbul ve Ankara için itiraz ettiğini söylüyor. Sebebi de memleketin daha önemli meseleleri varmış. Ben buna katılmıyorum, kabul memleket zorda fakat ortada bir hukuksuzluk söz konusuysa sonuna kadar üzerine gidilmeli. AK Parti içinde belirtilen kimlikte bir “AKP’li kadro” olduğu doğru ama partinin bütünü ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bundan tenzih etmek gerekir. AK Parti ve Erdoğan o kimlikte bir siyasi role bürünmedi. Tecrübeli bir yazarın yazısındaki son derece doğru bir sözü alıntılayarak bitireyim “Bir avuç AK Partili koltuklarını koruyacak diye ülkenin itibarıyla oynamanın vebali ağır olur”.

Muhammet YILMAZ

4 Nisan 2019 Perşembe

Politik Eksen: Gazetecilik Etiği ve Ajans Muamması


GAZETECİLİK ETİĞİ VE AJANS MUAMMASI

Son günlerde özellikle CHP’yi ve Ekrem İmamoğlu’nu sandık usulsüzlüğü süreciyle ilgili eleştiri yağmuruna tutmam doğal olarak bazı CHP’li arkadaşlarımda bir rahatsızlık oluşturmuş. Bundan önce AK Parti’yi seçim sürecindeki stratejisi nedeniyle eleştirdiğimde de belli birtakım eleştiriler almıştım o kesimden. Bunlar esas olarak benim doğal karşıladığım ve saygı duyduğum durumlar. Ki gazetecinin seveni yoktur tek seveni halk ve meslektaşlarıdır. Bununla birlikte ülkemizdeki herhangi bir siyasi oluşum, parti ve ideolojiye doğrudan ya da dolaylı hiç kimsenin benim tarafsız olduğumu düşüneceklerini de sanmıyorum. Yine de eleştirilere ilişkin cevap hakkımı kullanmak adına topluca yanıt vermek ve seçim gecesi yaşanan Anadolu Ajansı muammasına ilişkin birkaç sözüm olacak. Herkesin aklındaki temel olgu şudur değil mi; gazeteci tarafsız olmalıdır. Doğru tarafsız olmalıdır fakat ideolojik açıdan geçerlidir bu olgu bizim geçmişte anlatmadığımız, dolayısıyla şimdi de izahını yapmakta güçlük çektiğimiz mesele tam da bu. Gazetecinin bir siyasi partiyle bağı olmaz çünkü her partiye eşit yaklaşmak, gerektiğinde takdir edip gerektiğinde de eleştirmesinin mübah olması için bu bir zorunluluktur. Bunun dışında gazeteci taraftır, doğrudan ve doğru olduğuna inandığından yana gazeteci taraftır. Ancak bulduğu madene de gümüş buldum, altın buldum, elmas buldum anlayışıyla gitmemelidir gazeteci. Yani sazan gibi her ortaya atılan iddiaya peşin hüküm sürerek çıkarımlarda bulunmamalıdır. İyice araştırmasını yapmalı, gözlemlemeli ve en önemlisi birden fazla yerden teyit edip vardığı kanıyı halka aktarmalıdır. Yoksa halk gözünde itibarı düşük bir gazeteci olur dolayısıyla da dikkate alınmazsınız. İşte ben bu çizgide gazetecilik yapmakta, yazılarımı bu çerçevede kaleme almaktayım. Ve ben bu anlayışa “çapraz gazetecilik” diye bir isim de taktım. Çünkü çapraz sorular sorar, karşıyı zor durumda bırakacak sorgulamalar yaparım. Eleştiri almak da bu işin doğasında var ve her eleştiriye saygım var ancak saygı çerçevesinde olursa. Linç etmeye varan eleştirileri asla dikkate almam.

AA muamması

Her seçimde televizyonlara, gazetelere ve internete veriler bildiğiniz üzere devletin haber ajansı Anadolu Ajansı(AA)’ndan gelir. Fakat 31 Mart seçimlerinin sonuçları açıklanırken nasıl olduysa bir anda veri akışı durdu. Tabii durumun zamanlaması çok manidardı çünkü Ekrem İmamoğlu sonuçlarda üstünlük kurmaya çok yakındı. Doğal olarak muhalefetten “Kaybetmeyi hazmedemediler” çıkışı geldi. Zamanlama ve sandıktaki duruma baktığımızda haklılar, neden başka zamanda değil de İmamoğlu sonuçlarda öne geçeceği zamanda birden durduruldu? Anadolu Ajansı’nın konuya ilişkin bir açıklaması oldu fakat pek çok çevre gibi beni de tatmin etmedi. Dolayısıyla şuanda orada çalışan emekçiler şüpheli duruma düştü. Kurumun itibarı da zedelenmiş oldu. Ben bu konuda muhalefetin eleştirilerine katılıyorum. Mümkünse AA ya bir daha seçim yayını yapmasın veriler doğrudan YSK’dan aktarılsın ya da kurumla ilgili radikal değişiklikler yapılsın.

Verilerin kaynağı

Tabii bu istenmeyen durum sonrası sorgulanması gereken bir şey daha var; AA’ya seçim verileri nereden geliyor? Henüz buna ilişkin bir açıklama yok, açıklanacak gibi de görünmüyor lakin bu devlette şeffaflık ilkesine aykırı. Ben bugüne kadar Anadolu Ajansı bir devlet kurumu olduğu için veriler Yüksek Seçim Kurulu’ndan geliyor diye biliyordum ancak YSK Başkanı Sadi Güven “AA benim müşterim değil, benden veri almıyor” deyince şaşırdım ve afalladım. Devletin haber ajansı nasıl olur da veriyi kaynağından almak yerine başka yerden alır? Bu halk nazarında ciddi bir sorun bana kalırsa. Milli Mücadele’nin kilit kurumu AA’nın itibarının kurtarılması için rejenerasyona(yenilenmeye) ihtiyaç olduğu açık. Bu şekilde devam etmesi hem halk hem devlet için büyük sakınca oluşturacaktır.

Muhammet YILMAZ

Politik Eksen: Bu Telaş Niye?


BU TELAŞ NİYE?

Artık neredeyse hiç şüphem kalmadı. Çünkü bir iki gündür yoğun bir şekilde, sandıkta usulsüzlük yapıldığına dair iddialar kuvvetlenince araştırma yapıyor bütün haberleri, videoları, sosyal medyayı adım adım tarıyor, gerekirse tekrar tekrar izliyorum. Manzara gösteriyor ki muhalefet partileri lehine İstanbul’da bir usulsüzlük yapılmış. Ve bunu müşahitler ve seçim kurullarını ayarlanmak suretiyle yapmışlar. Hatırlayın önceki “Bu İşte Var Başka Bir İş” adlı yazımda Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu ve muhalefet cephesindeki birçok yöneticinin telaşa kapıldığını, sonuçlar aleyhlerine işlerken manipülasyon yapıldığı iddiasını ortaya atıp, kendi verilerine göre yüzde 53-44 olduğunu anlatmış, sonra sonuç lehlerine dönünce bir anda o yüzde 53’lük haklarından vazgeçip kazandım zehabıyla alel acele mazbata talebinde bulunmasının şüpheli davranışlar olduğunu yazmıştım. Buradan devam edelim çünkü konuyla ilgili yeni gelişmeler var. Buna karşın AK Partili yöneticiler bir anda çıkıp sonuç aleyhlerine dönünce usulsüzlük yapıldı demediler. Araştırılmış, belgelenmiş ve karşı cephenin de yalanlayamadığı iddiaları dile getirdiler. Talep üzerine bazı yerlerde bütün oylar, bazı yerlerde de geçersiz oyların sayımına başlandı. Gece yarısı bir anda CHP tarafından bu yeniden sayım olayının durdurulması için tedbir kararı aldırıldığı bilgisi geldi. AK Parti’nin itirazıyla olağanüstü toplanan Yüksek Seçim Kurulu tedbir kararını anında oy birliğiyle kaldırdı. Bir kez daha soruyorum muhalefet cephesine mademki her şey yasal, neden o zaman hukuki sürecin işlemesine mani oluyor, bir anda işi oldubittiye getirmeye çalıyorsunuz? Bekleyelim süreç işlesin herkes ivedilikle seçim akşamı yerine getirmediği sorumluluğunu yerine getirsin, çıkan sonuç sandığın meşru iradesidir zaten. Ve belki de asıl çalınan hak Binali Yıldırım’ın değil İmamoğlu’nun hakkıdır ve şayet öyleyse de teslim edilmesi gerekir. Yani bu telaş niye? YSK Başkanı Sadi Güven sürecin devam ettiğini bildirdi son olarak. Belki de ben yanılıyorum. CHP’li arkadaşlarım, dostlarım ve kardeşlerim bana kızabilirler, alınabilirler veya küsebilirler fakat cevabım şudur; sadece araştırarak edindiğim izlenimimi okuyucumla paylaşıyorum.

Tweet ve dönüş

CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, atmış olduğu tweetinde her açılan sandıkla İmamoğlu’nun oyunun arttığını söyledi. Ekrem İmamoğlu da “Adalet istiyoruz, mazbatamızı talep ediyoruz” dedi bunun üzerine. Dün de her itiraza saygı duyduklarını açıkladı. Bakın bir tezat daha. Dün söyledikleri bugünküyle tutmadı, kendileriyle çeliştiler. En son Kemal Kılıçdaroğlu da mazbatanın hemen verilmesi çağrısı yaptı. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, birbirini dengeleyemeyen tutarsızlıkların ardı arkası kesilmiyor. Peki AK Parti ne yapıyor? Süreci dikkatle takip etmekteler ve doğal olarak muhalefet cephesinin süreç tamamlanmadan mazbata verilmesi talebine karşı çıkmaktalar. Neticede hukuksal süreç devam ediyor, dolayısıyla baltalanmasını istemiyorlar. Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım’da gelişmelere ilişkin suskunluğunu dün bozdu gayet ılımlı ve itidalli bir şekilde “Süreç işlesin, kazanırsa onu ilk ben tebrik edeceğim, ancak tersi olursa benim de ondan tebrik beklemek en doğal hakkımdır” dedi. Yapması gereken açıklama da zaten buydu benim düşünceme göre. Ki Binali Yıldırım o olgunluğa fazlasıyla sahip bir siyasetçi.

Anıtkabir ve ABD tezatı

Tabii tezatlar zinciri ne yazık ki bunlarla da bitmiyor. İmamoğlu’nun sonuç kesinleşmeden, Anıtkabir’i “İBB Başkanı” sıfatıyla ziyaret etmesi ve Anıtkabir özel defterine de bu sıfatla imza atması başka bir tezat. Usule uygun değil personeli kandırıp kesin sonuç çıkmadan bu sıfatı kullanmak çünkü kayıtlara resmi bir ziyaret olarak geçmekte. Dolayısıyla Yıldırım’ın ve AK Parti cephesinin tepki göstermesi normal. Kaldı ki kendi aday çıkarsa da örtülü olarak Ekrem İmamoğlu’na destek veren Saadet Partisi de durumu kınayanlardan. Son olarak dış mihrak etkisine değinip bitiriyorum; ABD Dışişleri hiçbir şekilde yorum yapma yetkisine sahip olmadığı ülkemizdeki seçimlerle ilgili neden “Seçim sonuçlarını tanıyın, süreci durdurun” çağrısı yapıyor? Bu onların haddine değildir. Şuanda usulsüzlük şüphesinin olduğu her yerde hukuki sürecin işlemesi demokratik bir zorunluluktur. Bu şüphenin varlığının tartışıldığı yer de muhalefet cephesinin topyekün “Hemen mazbatayı verin, sonuçları tanıyın, adalet istiyoruz” gibi kendilerini sanki gizledikleri bir şey var da bunu saklıyormuşçasına ele veren naralar atması da hayret vericidir.

Muhammet YILMAZ

2 Nisan 2019 Salı

Politik Eksen: Bu İşte Var Başka Bir İş


BU İŞTE VAR BAŞKA BİR İŞ



Seçim nihayet bitti fakat İstanbul muamması daha sürecek gibi. Dün ortaya atılan usulsüzlük iddialarından bahsediyorum. İlginç şeyler oluyor, daha da olacak gibi. Bildiğiniz gibi İstanbul’da kesin olmayan seçim sonuçlarına göre CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu kazandı. Ancak AK Parti kanadından sandıklarda oylar sayılıp tutanaklara işlenirken, belgeleri de gösterilen usulsüzlük yapıldığı şeklinde bir itiraz geldi. Yani sandıktan çıkan halk iradesine ipotek konulması durumu söz konusu. İlk anda çok fazla önemsemedim, nasıl olsa iddia sahibi iktidar medyası ve rutindir her seçim sonrası olur böyle itirazlar ama kayda değer bir şey çıkmaz diye. Çünkü geçmiş seçimlerde genelde böyle oldu. Ancak bu kez başka. Nasıl vardın bu kanıya derseniz açıklayayım; iddianın başka mecralarda da sıkça dillendirilmesi ve Ekrem İmamoğlu’nun aceleyle “İstanbul’u bizim kazandığımız ortada” şeklinde telaşlı bir açıklama yapması işi değiştirdi. Mademki bir şüphe yok, İmamoğlu neden böyle bir açıklama yapma gereği duydu? Neden İmamoğlu ve CHP kurmayları anında bir oldubitti ile seçim sonuçlarının dikkate alınmasını istiyor? Şuna dikkatinizi çekmek istiyorum Binali Yıldırım olgun bir siyasetçi, dedi ki “Tebrik etmesini biliriz ama sürecin devam ettiğini söylemekte fayda var”. Sandık sonucunu kabul edemeyecek kadar çizgisi kaymış bir siyasetçi de olmadı hiçbir zaman Yıldırım. Oysa Ekrem İmamoğlu’nu daha yeni tanıyoruz siyaset arenasında. İlk hatırlayın sonuçlar 50-47 Yıldırım’ın lehine devam edip açılan sandık oranı yüzde 88-90’a dayanınca İmamoğlu daha o zaman ilk basın açıklamasında “Manipülasyon var” diye konuştu. Ardından yarış kafa kafaya gelip, üstüne bir de Anadolu Ajansı veri akışını durdurunca “53-44 ben kazandım” ifadesini kullanması sizce de garip değil mi? Son açıklamadaki sayılar CHP verileri. Yüksek Seçim Kurulu verileriyle yine uyuşmuyor. Yani şüphe çekecek çok davranışı var CHP ve Ekrem İmamoğlu’nun. AK Parti İstanbul İl Başkanı Bayram Şenocak, düzenlediği basın toplantısında iddia edilen usulsüzlükleri, belgelerini göstermek suretiyle açıklamaya çalıştı. CHP’den sözcü Faik Öztrak kanalıyla belgelerin düzmece veya sahte olduğuna dair kanıtlı bir açıklama yerine “Sandıkta kazandığımızı masada kaybedecek değiliz” açıklamasının gelmesi de durumu şüpheli kılan bir başka gelişme. Bekleyip görelim, neden acele ediyorsunuz? Bırakın herkes ivedilikle işini yapsın, çıkan sonuca zaten herkes saygı duymak zorundadır.


Gerçekler saklanamaz

Bakınız gerçekler saklanamaz, muhakkak ortaya çıkar. Şu söz her zaman karşılığını bulmuştur; gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Bu bahsettiğim durum Ekrem İmamoğlu için de geçerli. Madem CHP verileri yüzde 53’ü gösteriyor, o halde İmamoğlu’nun kalan 6 puanlık hakkının da araştırılması, çalınmış hakkı varsa teslim edilmesi gerekir. Oysa bunun peşine düşmedi İmamoğlu ve CHP yönetimi. Eminim bu yazıyı okuduktan sonra bana “Sen tarafsız değilsin iktidarın tarafını tutuyorsun” diyebilirsiniz ama sadece görünenler ve olanlar üzerinden değerlendirme yapmaktayım. Görünen gelişmeler de bize şaibe izlenimini fazlasıyla vermekte. Yani bu işte gerçekten var başka bir iş.

Teşkilatın hatası

En son AK Parti Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz da tutanaklarda bilinçli kaydırmalar yapıldığını aktardı. Yine belgeleriyle ispatlamak suretiyle tabii. Bakınız ne Şenocak’ın ne de Yavuz’un basın açıklaması yaşanan anlık olaylar üzerine sinirle yapılmış bir açıklama değil. Mesela Ekrem İmamoğlu’nun gelişen son dakikalar üzerinden gerginliğini yüzünden okuyabiliyorsunuz. Sakin kalamıyor seçim sürecinde devamlı olarak gülen yüzüyle insan içinde dolaşan bu insan. AK Parti cephesine geri dönecek olursak; bu şaibenin oluşmasında AK Parti İstanbul İl Teşkilatı’nın hatası büyük rol oynadı. Eğer teşkilat işini doğru yapsa, sandık müşahitleri de takip etseydi neler oluyor neler bitiyor bunlar olmazdı. Demek ki teşkilatlarda metal yorgunluğu devam ediyor. Ya da teşkilat içine yerleştirilen AKP’liler temizlenemedi. Bunlar benim öngörülerim. Son sözüm şudur çalınan hak yerini bulsun, İstanbul’u yönetmek Binali Yıldırım'ın hakkıysa teslim edilsin. Eğer İmamoğlu’nun hakkıysa şayet, ona da varsa çalınan hakkı teslim edilsin ve herkes halkın sandıkta tecelli eden bu kararına saygı duysun.

Muhammet YILMAZ

Politik Eksen: Akılalmaz Bir Matematik


AKILALMAZ BİR MATEMATİK

Ne seçimdi ama demek geliyor içimden çünkü daha önce böyle bir seçim görülmedi. Olağandışı gelişmelerin ardı arkasının kesilmediği bir seçim yaşadık neticede bitti. Kimilerine göre “zafer” oldu bu seçim kimilerine göre yine “zafer”. Şunu bir kez daha gördük ki ne sonuç çıkarsa çıksın Türkiye’de hiçbir seçimin kaybedeni olmuyor. Bütün siyasiler aklımızın almadığı bir matematik anlayışıyla hareket etmek suretiyle, “işte falanca yerde oylarımız arttı, filanca yerde birinci biziz” gibi olağandışı söylemlerle kendi kendini aklayabilen ve de kabullenilmiş bir siyasi sistem söz konusu. Salt seçim sonuçlarına hiç girmeyeceğim çünkü girersem içinden çıkamayacağım bir denklem söz konusu. Hele ki de İstanbul, Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu arasında gitti geldi sonuçta ipi göğüsleyen İmamoğlu oldu gibi gözüküyor. Seçim sonuçları özellikle İstanbul ve Ankara’da daha çok su kaldıracaktır, kanımca buradan ateşlenecek tartışmalar da hafta boyunca sürecektir. Genel fotoğrafa baktığımızda beka söyleminin eleştirdiğimiz üzere halk nazarında da tutmadığı görülebiliyor. Ve saldırgan tutumlara karşı daha sağduyulu, polemiklerden kaçınan ve ekonomiyi merkeze alan söylemin galip geldiği de bir gerçek. Örneğin Ankara’da Mansur Yavaş, polemiğe girmediği ve sahte senet olaylarında mağduriyetini halka ispatladığı için çok şaibeli olmayan bir sonuçla Ankara’yı kazanmasını bildi. Tabii kazananların neden ve nasıl kazandığı, kaybedenlerin de neden ve nasıl kaybettiği konusunda birçok değişken faktör söz konusu. Bunlardan bazılarını ekonomi ve işsizlik faktörü, AK Parti içindeki AKP’liler faktörü, HDP ve SP faktörü, hukuki malzemelerin seçim malzemesine çevrilmesi faktörü olarak sıralayabilmek mümkün. Sandık oyunları da henüz bitmedi daha kim bilir aklımızın almadığı neler göreceğiz?

Seçimin iki doğrusu

Hatırlayın doğruluk ve gerçeklikle ilgili bir yazı kaleme almıştım. Orada doğru ve gerçeğin birden fazla olduğundan söz etmiştim. İşte seçimlerde de iki tür doğru var; Siyasetin doğrusu ve halkın doğrusu. Siyasetin doğrusu halkın doğrusuyla ne kadar örtüşürse, yürütülen strateji o kadar başarılı olur. Bu doğruya Millet İttifakı daha çok yaklaştığı, başka bir ifadeyle siyasetin doğrusuyla halkın doğrusunu en uyumlu kılan stratejiyi yürüttüğü için İzmir’in kaybetmedi, Ankara ve İstanbul’u da kazandı. Yine hatırlayınız temayı doğru okumak gerekli demiştim geçmiş bir yazımda. CHP ve İYİ Parti temayı yüzde yüz olmasa bile doğru okuduğu için oylarında artış yaşandı. Bu arada itirazlar sonucu değiştirebilir fakat her ne olursa olsun kazanan tarafın acele etmemesi, kaybeden tarafın da bükemediğin bileği öpeceksin anlayışıyla, sandıktan çıkan halk iradesine saygı duyması ve kazananı tebrik etmesi gerekir.

Seçim gündemden düşsün

Türkiye’de ilginçtir ama gerçektir de aynı zamanda, her zaman seçim odaklı bir gündem anlayışı yürütülmekte. Bu bir seçim bittikten sonra da böyle devam eder ve gündem, bir sonraki seçim yıllar sonra olsa bile ona göre şekillenir. Tamamen ülkemizdeki siyasilerden ve siyaset kurumundan kaynaklı bir durum bu tabii. Artık bu düzen değişmeli diyorum ben. Ülkemizin siyasilerine sesleniyorum; sizler bilinçli insanlarsınız, neyin ne olduğunu biliyorsunuz. Dolayısıyla şu seçim lafını çok rica ediyorum artık gündemden düşürün. Vatandaş beş yılda beş seçim geçirdi ve sürekli bu sözü duymaktan artık yoruldu, bıktı. Artık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi 4,5 yıl kesintisiz icraat dönemi var önümüzde. Cumhurbaşkanı sözüne sadık kalmalı, diğer siyasilerde iktidarıyla muhalefetiyle bu söze riayet etmek suretiyle, seçim sonuçları kesinleştikten sonra kayıtsız şartsız geçime odaklanılmalı. Bakın bu süreçte devamlı ekonomi gündemdeydi örneğin, buna yoğunlaşılmalı. Önümüzdeki süreç siyaset için bir sınavdır. Göreceğiz, acaba bu sınavdan geçecekler mi yoksa kalacaklar mı?

Muhammet YILMAZ