17 Kasım 2021 Çarşamba

Politik Eksen: Bugünün Gözü Kör, Kulağı Sağır Mı?

BUGÜNÜN GÖZÜ KÖR, KULAĞI SAĞIR MI?

Haftaya damgasını vuran gelişme, ana muhalefet partisi CHP’de yaşandı. Partinin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, son dönemde peş peşe yaptığı flaş açıklamalarla gündeme gelmeyi başarıyor. Bu kez de partisinin geçmişteki yanlışları sebebiyle “helallik” almak için yola çıkmayı niyet etmiş. CHP’nin çağrısına AK Parti’nin yanıtı kesin olarak bir ret olmasa da kabul de olmadı. Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin geçmişteki hatalarını üstlenip böyle bir işe koyulması elbette bir bakımdan olumlu karşılanabilir. Neticede özür dilemek bir erdemdir. Fakat ortada birtakım çelişki rüzgârları esmektedir. Neden? Geçmişinde yanlışları olan bir CHP var, peki geçmişindeki karanlıkları olan CHP’nin bugün çok temiz bir parti olduğundan dem vurulması ne kadar doğru emin değilim. Zira; şimdiden iktidar gibi naralar atan Kılıçdaroğlu ve tayfası, iktidar olabilmek uğruna kendilerine her türlü taktik ve yolu meşru görmekteler. Terörist başları tarafından kendilerine düzülen övgülere kayıtsız kalmaları, Gezi direnişinin baş mimarlarından Osman Kavala’ya ve onu serbest bırakma çağrısı yapıp sonradan cayan büyükelçilere, 6-8 Ekim olaylarının baş müsebbibi eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a ve dahi şehit yakınına küfreden İYİ Partili Lütfü Türkkan’a sahip çıkması, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bugünün de nasıl olduğuna dair bizlere yeterince ipucu veriyordur herhalde. Dün AK Parti’ye “Teröristlerle masaya oturdular” dedikleri ama bugün toz konduramadıkları terör partisi HDP’yi bugün hali hazırda savunup ittifaka dahil eden de bugünkü CHP değil miydi? Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun, Atatürk’ün kurup bizlere bir miras olarak bıraktığı partiyi bugün nasıl bir yere getirdiği buradan açık ve net bir şekilde görülmektedir.

Darbeye çelişkili bakış

CHP liderinin sıkıntılı bir 15 Temmuz geçmişi de var. Diyarbakır Cezaevi, 28 Şubat postmodern darbesi, CHP’li Nur Serter ile özdeşleşen ikna odası mağdurları dahil birçok grup ile helalleşmeye çıkacak olması iyiye bir işarettir. Fakat 15 Temmuz darbe mağdurlarına “militan” benzetmesi yapmış, 15 Temmuz akşamı tankların arasından geçip Bakırköy Belediye Başkanı’nın evine giderek neler olduğunu takip etmişti. O fotoğraf özellikle o gecenin mağdurları tarafından, darbeye karşı direnen bütün milletimiz tarafından asla ve kat’a unutulmayacaktır, unutturulmayacaktır. Bu da yetmedi “kontrollü darbe” gibi talihsiz bir söylemde bulunması, KHK söylemleri ile FETÖ’cü hainleri cesaretlendiren açıklamalarda bulunması da cabası.  15 Temmuz’un mağdurlarıyla, şimdi destek olduğunuz ve sonunda açık bir şekilde ittifaka aldığınız terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı HDP’nin mağdur ettiği Diyarbakır anneleri ile de birkaç yıl sonraki seçimlerde mi helalleşeceksiniz? Nasıl bir helallik anlayışı bu? Helalleşme dediğiniz, geçmiş gelecek bakılmaksızın bütün kesimlerle ve seçim gözetmeksizin olur. 

Yandaşları bile onaylamıyor

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ileriyi işaret eden bütün bu hamleleri 2023 seçimleri için bir stratejiden başka bir şey değil. Kazanmak için her şeyi mübah gören anlayışla sağa sola deyim yerindeyse saldırmakta. Vaktiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan da helalleşme istemişti evet ama bir farkı vardı; Erdoğan kazandığı bir seçim sonrası bu çağrıda bulunmuş fakat bunu o dönem kınayan, ancak şimdi belli kesimlerden helallik isteyen CHP’den “hesaplaşma” yanıtını almıştı. İkiyüzlülüğün sınırı yok tabii. Yandaşları bile Kılıçdaroğlu’na “Neden böyle bir şey yapıyorsun, asıl onlar özür dilesin” diyor. Başörtülülere bunu diyen Levent Gültekin örneğin. Onlar ters manyal de yapıyor olabilir bilemem. Lakin Ömer Çelik’in dediği gibi; hamle olumlu, samimiyeti sorgulanır. Özetle partinizin bütün günahını geçmişe ihale etmek bir çözüm olamaz sayın Kılıçdaroğlu. Geçmişle helalleşeceksiniz, peki ya bugünün gözü kör, kulağı sağır mı? Onu da isterseniz bir düşünün.

Muhammet YILMAZ

15 Kasım 2021 Pazartesi

Yaşamın İçinden: İnsaniyet Namına

 İNSANİYET NAMINA…

Kadının özgür olmadığı bir ülkede adaletten söz edemezsiniz. Hele o ülkede cani bir kesimin sebep olduğu erkek terörü devamlı olarak artış gösteriyor, her gün bir kadın daha sudan sebeplerle öldürülüyor ya da ağır fiziksel ve ruhsal yaralar almış şekilde terk ediliyorsa sorun artık içinden çıkılamaz derecede büyük bir hale gelmiş demektir. Elbette ki bizim ülkemizden dem vurmak suretiyle söylüyorum bunları. Her şeyden önce vicdanlı ve kadını çok seven, değer vermeyi şiar edinen bir erkek olarak, Türkiye’de her geçen sayısı artan, önü alınamayan kadın cinayetlerine nasıl dur denilebilir bilemiyorum. Keşke buralarda görüş belirtmek dışında elimden bir şey gelse diye hep düşünüyorum ama işin içinden çıkamıyorum. İşte; konuya dair hepimizin yüreğini yakan bir gelişme daha yaşandı. Genç bir mimar Başak Cengiz isimli bir hanımefendi, Can Göktuğ Boz isimli ruh hastası bir cani tarafından öldürüldü. Nasıl öldürüldüğünü özellikle ifade etmiyorum ki cinayetin en acı tarafı da orası. Bırakın kadın cinayetlerinin azalmasını, her geçen gün boyut atlayan bir durumdan söz ediyoruz. Açıkçası bu iş daha nereye kadar gidecek merak ediyorum doğrusu. Sayısının ciddi anlamda fazla olduğunu düşündüğüm bu namussuz erkek kesimi ya da her gün birilerine bulaşan bu taciz, tecavüz ve şehvete bağlı cinnet ve vahşilik, ya da başka her türlü adına her ne deniyorsa benim söylemeye dilim varmıyor, skandalının başka birilerini bulmasına daha fazla seyirci kalınmamalı. Dişe dokunur bir şeyler yapılmalı. Bu her şeyden önce insan olmanın, insan hayatına verdiğimiz değerin ne derece olduğunun göstergesidir.

Kadın için adalet

Bu kadar sözü laf olsun diye değil, gerçekten içimden geldiği için söylüyorum. İnsaniyet namına yazdığım bu satırların bahsettiği olaylar zincirinden toplum olarak sorumluyuz. Çünkü birçok kadınımız sokakta yalnız gezerken içinin bir köşesinde haklı bir kaygı ile yaşıyor her dakikasını. Düşünün; bir kadın evinin kapısından dışarı adımını attığında, başına bir şey gelmeyeceğinin garantisini şu ortamda verebilen var mı? Dolayısıyla biz toplum için adaleti sağlamak istiyorsak buna kadın için adaleti sağlamakla başlamalıyız. Çünkü bu kadar gündemde olması, adalet bağlamında en çok bu konuda eksik olduğumuzu gösteriyor.

Caydırıcılığı sağlamadıkça

Suçtan caydırıcılık çok önemli. Adalet Bakanlığımız çeşitli yargı reformları üzerinde çalışıyor. Umarım bu yönde gereken adım tez zamanda atılır. Zira Bakan Abdulhamit Gül’ün katledilen vatandaşımızın ailesini ziyaretinde konuyla ilgili çalışmalar gündeme gelmiş, bununla ilgili adımlar hızlandırılmıştır diye ümit etmekteyim. Caydırıcılığı sağlamadıkça bu konuda yol almamız mümkün değildir. Bunun için sert adımların gündeme getirilmesinden şüphe edilmemeli diye düşünüyorum. Bu arada toplum olarak bilinçlenmemiz gerektiğini de unutmayalım. Ben gün içerisinde girdiğim 20-30 haberin “Boşanmak istedi, katledildi, Bir kadın cinayeti daha” başlıklı haberlerin gündemi işgal etmesini istemiyorum. Şuan için bir ütopya gibi duruyor lakin; dilerim toplum için, kadın için insanlığın sağlandığı bir Türkiye hayalimiz gerçek olur.  Bütün namuslu kadınlarımıza saygı, sevgi ve hürmetlerimle…

Muhammet YILMAZ

12 Kasım 2021 Cuma

Politik Eksen: Küfür Tek Millet

KÜFÜR TEK MİLLET

İYİ Partili Lütfü Türkkan’ın geçtiğimiz günlerde şehidimizin ağabeyi olan bir vatandaşa yönelik sözleri son günlerde gündemin zirvesine oturmuş durumda. Aslında hiç olmasını arzu etmediğimiz ama “vekil” sıfatı taşıyıp skandalları eksik olmayan birinden sanıyorum beklenilecek bir hareket. Daha önce de şehit kaymakam Muhammed Fatih Safitürk’ün babasına hakaret eden, kaçak yapı olayı ortaya çıkınca gazeteci dövdüren Türkkan ve çetesi, yaşanan bu son olayın ardından milletin yüzüne bakmaya nasıl cüret edebiliyor? Hadi Türkkan ve yanındakilerin seviyesi belli, partisi o seviyeye nasıl müsamaha gösterebiliyor? Nitekim İYİ Parti’nin konuyla ilgili hamlesi oldu ama yeterli olmadı. Türkkan, Meclis Grup Başkanvekilliği görevinden el çektirildi. Ancak bütün yaşananlara rağmen hala vekil olarak Meclis çatısı altında bulunmaya devam edecek. İnsanın kendi vicdanı bir defa kabul etmemeli. Ben kendi vicdanıma kabul ettiremiyorum örneğin bazı yaşadığım şeyleri. Bazı şeyler ar meselesi işte, bu vicdandan yoksun olana ne desen az. Şehit ailelerinin Meclis önündeki tepki eylemlerini görmüşsünüzdür. Hiçbir şeyi dikkate almıyor, oradan buradan gelen tepkilere kulak tıkıyorsan bile TBMM önünde o manzarayı görünce biraz içinizin sızlaması gerekir.

Bir ağızdan sahip çıktılar

Lütfü Türkkan’ın geçmiş şeceresine bakınca davranışına şaşırmıyorsunuz bu davranışı sergilemesine ama bir siyasetçi olarak vicdanlı bir duruş bekliyorsunuz ister istemez. Ancak bırakın Türkkan’ı ve partisini, orkestra arkadaşları olan ana muhalefet partisi CHP bile tereddütsüz, bir ağızdan Lütfü Türkkan’a sahip çıktılar. Küfür tek millet diye boşuna dememişler. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de son grup toplantısında kişinin AK Parti tarafından kasıtlı olarak oraya gönderildiğini söyledi. Arkasına da dayanağını açıklamadığı birçok iddia sıralayıp meydan okudu. Merak ettiğim şey şu; Türkkan’ı bu ve önceki bütün sabıkalı hareketlerine rağmen partisi ve saz arkadaşları tarafından kıymetli kılan unsur ne yahut neler? Ekonomik bazı sebeplerden bahsediliyor, bilemiyorum. Bilmediğim şey hakkında da yorum yapmam. Zamanla çıkar kokusu diye düşünüyorum.

Provokasyon olabilir mi?

Tabii bu tartışmanın farklı yorumlandığı da oldu. O da nasıl olabiliyorsa artık. Yani şehidin ağabeyinin bacısına küfretmenin neresi farklı yorumlanabilir? Doğrudan bu olay değil ama Tahir Gümren isimli o vatandaşımızın “provokasyon” yaptığını iddia ediyor İYİ Partili kurmaylar ve de Akşener. Valla şahıs AK Parti’nin resmi bir üyesi çıksaydı neler olurdu acaba diye merak etmiyor değilim. Demediğini bırakmazdı bir defa muhalefet cephesi orası kesin. Madem provokasyon, neden önce özür diledi, neden görevinden istifası istendi ve istifa etti? Kamuoyuna görünme bir süre denilebilirdi. Yaşanan olaylar zincirini provokasyona bağlamak mantık dışı baktığınız zaman. İspatınız var mı bu iddianızı kanıtlayacak? Yok. Boş sözlere de bu milletin karnı tok. Bakınız bu olayla bu kadar kavga gürültü birileri prim yapsın diye değil, yaşatılan utancın karşılığı gerçek anlamda verilsin diye. Ancak ısrarlı ve gereksiz bir inatlaşma durumu söz konusu. Disiplin süreci olsa da çok bir şey çıkacağını sanmıyorum. Düşünsün o vakit herkes, elbet su akar yatağını bulur.

Muhammet YILMAZ

10 Kasım 2021 Çarşamba

Politik Eksen: Ata'yı Sevmek, Ata'ya Hürmet Etmek

 ATA’YI SEVMEK, ATA’YA HÜRMET ETMEK

Tam 83 yıl önce bugün, yurdumuzu düşman işgalinden kurtaran bir kahramanın, bir liderin, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu gündü. Tabii hepimiz; içinin bir yanı belki de birkaç yanı buruk karşıladık bugünü. Ancak üzüntümüzün Ata’mıza göstereceğimiz saygıya ve hürmete mani olmaması gerek. Saat 09.05’te Türkiye’nin her yerinde hayat durdu, herkes bir dakikalığına Ata’ya olan saygısını gösterdi. Bu geçmişten bugüne bir gelenek olsa da sadece bugün o saatte değil, her zaman Ata’yı hatırlamak, aklımıza geldikçe yâd etmek gerekiyor. Bugün 83 milyonun büyük kısmı belki de hiçbiri bilemiyorum, Gazi’nin yüzünü canlı canlı görmedik, sesini duymadık ama kitaplardan okuduk belgesellerden izledik. Bu kadarının bile bize yetiyor olması önemli. Bunu kendisi de bakınız nasıl söylemiş; “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi ve benim duygularımı anlıyorsanız bu kâfidir”. İşte Atatürk’ü sevmek, Ata’ya hürmet etmek tam da bununla ilgili bir şey. Bedenler geçicidir vadesi dolunca toprak olur, ama Ata’nın bize miras olarak bıraktığı ortak fikirler daimdir, daim kalmalıdır. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir yurdu hem kurtardı hem fikirlerinin de yeniden ayağa kalkmasını sağladı. Bu yönüyle de gerçek bir lider olduğu görülmektedir.

Nasıl sevmeliyiz?

Bugün ben size burada hemen her yerde yapıldığı gibi Atatürk’ün hayatında kesitler sunabilir, Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlıklarından bahsedebilirim ama bunları zaten ya biliyorsunuz ya da sürekli bir yerden izliyor, takip edebiliyorsunuz. Onun için Atatürk’e duyduğumuz sevgiyi saygıyı biraz ele alalım istiyorum. Çünkü son dönemde Atatürk de dahil olmak üzere milli ve manevi pek çok ortak değerimiz konusunda ayrıştığımızı görmekteyim. Mesela kimileri kimilerine göre daha fazla Atatürkçü olduğunu iddia ediyor. Benim fikrime göre kimse vatanseverlik bağlamında kimseden daha fazla Atatürkçü olamaz. Atatürk’ü aktardığım sözünde belirttiğim gibi gönülden seven herkes Atatürkçüdür. Dolayısıyla aklımıza geldikçe anarak, kalbimizde sevgimizi herdaim diri tutarak ve öndere saygımızı göstererek Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü benimseyebiliriz. Bu yönleriyle sevmeyen varsa da onlara ben ne dersem az kalır. Umursamaya hiç gerek yok.

Ayrışmadan, ayrıştırmadan

Ne Atatürk konusunda ne milli ve manevi bize miras bıraktığı ortak fikirler konusunda ayrışmamak, Ata’yı seven kimseyi ayrıştırmamak gerekiyor. Atatürk’ün mirası belli bir kesime ait değil, bütün milletimize aittir. Bu ülkenin geleceğine dair fikirleri, duyguları hepimizin ortak değeridir. Her şeyden önce de düşman işgalinden kurtararak yeniden bizlere hediye ettiği, Cumhuriyetle de taçlandırdığı 780 bin km2’lik bu kutlu vatan. Bunlara topyekün sahip çıkmak hepimizin görevi değil midir? Bence öyledir, öyle olmalıdır. Siyasi fikirlerimiz farklı olabilir, pek çok konuda farklı düşünebiliriz ama Atatürk ve mirası ortaktır. Bizlere armağan bu vatan ve Cumhuriyet ortaktır. Dolayısıyla bunları tartışmaya açmak asıl Ata’ya saygısızlık olacaktır. Menemen’deki suikast girişimi sonrası “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” demişti ya, Türkiye Cumhuriyeti’ni payidar kılacak olan farklılıklarımızla birlik olmaktır. Atatürk’e duyduğumuz sevgi ve saygıyla Cumhuriyetimizin ilelebet payidar kalması dileklerimle. Mekânınız cennet, ruhunuz şâd olsun Atam.

Muhammet YILMAZ

7 Kasım 2021 Pazar

Politik Eksen: Barış İçin Savaş

BARIŞ İÇİN SAVAŞ

Uzun bir mola sonrası yeniden merhaba. Sözlerimin artık karakter kısıtlaması olan mecralara sığmadığı düşüncesiyle yeniden fikirlerimi daha detaylı bir şekilde paylaşmak için kalemimi konuşturmaya karar verdim. YouTube’da yayıncılığa da şartlar olgunlaştığında devam edeceğim. Çünkü bilgi paylaştıkça çoğalır. Türkiye’nin sınır ötesi harekâtları uzun süredir gündemde. Hepimizin malumu o ki Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sınır ötesi harekât yetkisi veren Irak-Suriye Tezkeresi oy çokluğuyla mecliste kabul edildi. AK Parti, MHP ve İyi Parti tezkereye “evet” derken CHP ve HDP “hayır” diyen partiler oldu. Tartışma da bu noktada başladı doğal olarak. “Evet” veren neden verdi, “hayır” veren neden verdi? Anlatalım; terör sadece sınırlarımızın içinde değil dışında da sorun olmaya başladı. PKK ve DHKP-C ile birlikte PYD/YPG, DEAŞ, FETÖ ve belki de bilmediğimiz daha nice terör örgütü hem içeriden hem dışarıdan Türkiye’yi sıkıştırmaya devam ediyor. Böyle bir noktada Türkiye’yi yönetenlerin duruma kayıtsız kalması beklenemezdi tabii. Bununla mücadele etmek gerekti ki şu anda gerek Mehmetçik, gerekse de MİT gibi etkin unsurlarla bu mücadele sürdürülüyor. Ama bizce haklı bu gerekçelerin hukuki bir zemini olması gerek. Bodoslama kimse kimsenin toprağına giremez neticede. İşte tezkere bunun için gerekli bir şeydi ve “evet” oyu verenler bunun için verdi. Peki ya “hayır” verenler? HDP’yi zaten biliyoruz onlar terör örgütü PKK’nın içimize soktuğu tabir yerindeyse “İrlandalı” tayfa ve ne yazık ki Türkiye sınırları içinde Türk partisi mi değil mi bunun tartışıldığı bir parti. Onların Türkiye yararına bir şey yapacağı zaten yok ama ya CHP’ye ne demeli? Bugüne kadar Meclis’e aynı şartlar altında 5 kez sunulan tezkereye bugüne kadar “evet" diyen CHP, bugün aynı şartlara nedense “hayır” dedi. Gerekçe olarak ise tezkere süresini gösteriyor, Kılıçdaroğlu da diyor ki, “Erdoğan askerimizi bilerek şehit etmek için oraya gönderiyor” falan filan. Şaka gibi.

Çelişkili ifadeler

Cumhuriyetin kurucu partisi dediğimiz parti, biricik Cumhuriyetimizin varlığının Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün meşhur sözünde belirttiği gibi “ilelebet payidar kalması” için yapılan bir çalışmaya nasıl “hayır” der anlamak mümkün değil. Tabii bununla sınırlı da değil. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ne dedi sonrasında “Evet dersek Cumhuriyete ihanet etmiş oluruz”. Yani şuan TBMM’de biri iktidar üç parti Cumhuriyete ihanet etti, siz etmediniz böyle yaparak. Kemal Bey’in bununla çelişen bir açıklaması da var, “O Kandil denen terör yuvasını yerle yeksan edeceğim”. Tezkere olmaksızın bunu nasıl yapacak? Ona cevap yok. 

Tezkerenin amacı

Yazının başlığı için esinlendiğim eski bir film üzerinden anlatalım bunu. 2007 yılında ABD’de çekilen, Scott Wiper’ın yazıp yönettiği “The Condemned” yani Türkçe çevirisiyle “Yaşamak İçin Öldür” isimli film; bir yapımcının çeşitli suçlardan dolayı idam cezasına çarptırılmış 10 mahkûmun bir adaya bırakılarak hayatta kalmak için birbirlerini nasıl öldürdüklerini anlatmakta. Yani her ne kadar onaylanacak bir durum olmasa da hayati bir amaç uğruna nelerin mübah olabileceğine güzel bir örnek. İşte filmdeki amaçla ilişkisi olmamakla birlikte konsept itibarıyla benzer olarak; Türkiye de sınırlarının içinde ve dışında barışı ve huzuru tesis etmek için savaşmak zorunda. Tezkere de bunun hukuki zeminini sağlayan bir araç. Barış için savaşıyor Türkiye, bunu artık herkesin anlaması gerekmekte, milli davada Türk milleti her kesimiyle birlik olmalıdır.

Muhammet YILMAZ