27 Şubat 2019 Çarşamba

Politik Eksen: Taktik Partisi DSP



TAKTİK PARTİSİ DSP

Futbolda “pilot takım” denilen bir uygulama var biliyorsunuz. Bunlar, büyük takımların oyuncu yetiştirmek için bünyelerinde kurdukları, alt liglerde faaliyet gösteren ve prosedür gereği en fazla bünyelerindeki takımın bir altındaki lige kadar çıkabilen takımlar. Siyasette de “pilot parti” diye bir uygulama var herhalde. Ama fark şu ki siyasette üst ya da alt klasman diye bir şey yok. İşte benzer bir ilişki sol zihniyeti temsil eden iki partide var. Biri şuanda solun en büyük temsilcisi konumunda olan Cumhuriyet Halk Partisi(CHP), diğeri de 80 darbesi sonrası Bülent-Rahşan Ecevit çiftinin kurduğu Demokratik Sol Parti(DSP). İlk genel başkanı Rahşan Ecevit’tir çünkü eşi Bülent Ecevit’e darbe sonrası siyasi yasak konulmuştu. Araştırdığınız zaman Demokratik Sol Parti’nin tarihinin İsmet İnönü zamanına kadar uzandığını görürsünüz. Ama benim bu iki partiyle ilgili merak ettiğim mesele başka. Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyasete başlayıp CHP’nin daha sonra milletvekili yahut belediye başkanlığına aday göstermediği bazı isimler Demokratik Sol Parti’den aday oluyor, sonra seçilirse de seçilmezse de CHP’ye geçiyor. Bu yönüyle DSP, yıllarca CHP’nin taktik partisi olarak anıldı ve kamuoyunda “yavru CHP” olarak tasvir edildi. Örnekler üzerinden gidelim; CHP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ordu Milletvekili Seyit Torun ve CHP Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı ve yeni dönem Başkan Adayı Yılmaz Büyükerşen. Büyükerşen siyasete DSP’de başladı, Torun da CHP’de başlayıp DSP’ye gitti, belediye başkanı seçildikten birkaç yıl sonra da CHP’ye geçtiler. Aslında gayet nizami bir durum. Fakat o dönem nizami görülen bu durum şimdilerde biraz farklı. 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin aday göstermediği bazı isimler yine DSP’den aday gösterildi, CHP lideri Kılıçdaroğlu ve kurmaylarından “Bu etik bir sorun” tarzı açıklamalar geldi adaylara dönük. Soruyorum o halde zamanında nizami görülen bu durum neden şimdi etik bir sorun teşkil etmektedir?

Endişe taşıyorlar

CHP’liler tavan veya taban fark etmeksizin belli etmiyorlar ama oyların bölünebileceği endişesini taşıyorlar. Zaten kim olsa belli etmek istemez. Çünkü gerek Mustafa Sarıgül gerekse de Dr. Handan Toprak Benli ve onlar gibi yıllarca CHP rozetiyle görev yapıp, sonra istifa ederek başka bir partiden aday olan pek çok eski CHP’li yeni DSP’li adayın hali hazırda faal oldukları bu yerlerde belli bir oy potansiyeli var. DSP lideri Önder Aksakal hafta içi yaptığı açıklamalarda “Her CHP’den istifa edeni kabul etmedik, oyları bölmek niyetinde olsak gelen her CHP’liyi kabul ederdik” dedi. Buradan anlaşılan o ki adaylar belirlenirken belli ilkeler göz önünde bulundurulmuş. İnandırıcılığı tartışılır fakat söz konusu adaylar için etik sorun teşkil ediyor söylemi bence yersiz. Çünkü CHP’nin geçmiş durumlarıyla çelişiyor bu söylem. Büyükerşen ve Torun örneğinde olduğu gibi.

Medyaya ne demeli?

Tabii işin bir de medya boyutu var. DSP’nin CHP oylarını bölebileceği ihtimali medyayı da harekete geçirdi. Özellikle iktidara yakın medya, DSP kurmaylarının ifade ettiği üzere daha önce kapısının önünden bile geçmedikleri DSP Genel Merkezi’ne adeta altın bulmuşçasına hücum ettiler. Önder Aksakal o taraftan pek çok yayın organına verdiği demeçlerde ve en son aday tanıtım toplantısında çok sert bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’yi hedef aldı. Bu durum şöyle bir iddiayı gündeme getirdi; acaba Demokratik Sol Parti, Cumhur İttifakı’nın sol parti eksikliğini mi giderdi? Düz mantıkla evet gibi görünebilir fakat belki de Cumhuriyet Halk Partisi’nin çizgisinden saptığını düşündüğü için bunları söylemiş de olabilir. Bu bir dezavantaj bana kalırsa. Çünkü sol kesimin en başından beri sevmediği bir mecraya demeç vermek karşı tarafa koz vereceği gibi tabanın partiye olan güvenini de sarsabilir. Muhalifler ve kendilerine tarafsız diyen medya da o DSP’lileri ilkesiz siyaset yapmakla itham ediyor. Bu bakış açısı da bence yanlış. Çünkü yeni DSP’li adayların yerlerine gösterilen adayları yetersiz bulduğu için başka partiden tekrar aday gösterilmeyi istemiş olmaları ihtimalini de düşünmemiz lazım. Ben DSP’nin bu seçimlerin sonucunu doğrudan etkileyecek en büyük etkenlerden biri olabileceği düşünüyorum. İyi anlatabilirler ve sol seçmeni kendilerine çekmeyi başarırlarsa tabii. Ve emin olun az öncekilerden daha absürt durumları da gördük ve hala da görüyoruz. Onun için diyorum ki bu kazan 31 Mart’a kadar daha çok su kaldıracak.

Muhammet YILMAZ

25 Şubat 2019 Pazartesi

Politik Eksen: Seçmeni Anlamak


SEÇMENİ ANLAMAK

Bir ideolojiyi ve bir görüşü temsil eden partiden, seçmenin seçim zamanı beklediği en temel olgudur kendisini anlaması. Siyasi parti seçmeni anlarsa seçmen de partiyi anlar. Karşılıklı olarak gelişen bir süreçten söz ediyoruz. Gelin görün ki bugün Türkiye’de seçmeni anlayabilen bir siyasi anlayış yok. Yakın geçmişe kadar AK Parti, seçmenini biraz olsun anlayabilmekteydi ama referandum ve sonrasında MHP ile oluşturulan “Cumhur İttifakı” birlikteliği iktidar partisine yaramadı. Tavanda oluşturulan birlikteliği tabana yaymak için geliştirildiğini düşündüğüm terör ve beka söylemi son iki seçimde AK Parti ve MHP’ye istediklerini aldırmış olabilir, fakat daha mütevazı oy oranlarıyla idare etmek zorunda kaldılar. Halk Erdoğan’a güveniyor fakat parti kadrolarındaki değişim yeterli değil. 24 Haziran bunu gösterdi bana. Gelelim muhalefet cephesine. CHP’de AK Parti kanadında oluşan bu sorunlar yeni değil, yıllardır var aslında. Ama son yıllarda her seçimi kaybetmesine rağmen şurada şu kadar oyumuz arttı, iktidara şu kadar oy kaybettirdik gibi aklımızın almadığı söylem ve matematik hesaplarıyla seçmenini oyalayan bir CHP var. Onlar da seçmeni anlamıyorlar çünkü seçmenin taleplerine kulak tıkayan, hesap vermeyen bir yönetim anlayışı var. CHP’ye şuanda AK Parti’nin kendi içindeki hatalı politikaları kısa vadede kazandıran etken. Geldik İYİ Parti’ye. Kuruldu ve MHP’yi ekarte edip milliyetçi kesimi çekecek dendi ama standart anlayışa uyduğu ve küskün seçmene yeni bir şey vermediği için bana göre “emanet” statüsünde olan, büyük bölümü AK Parti olmak üzere, MHP ve CHP oylarını aldılar. Seçmeni iyi tahlil edemiyor hiçbir parti, dolaysıyla ideolojik çekişme üzerinden kısır döngü bir siyaset anlayışı Türkiye’ye hakim olmuş durumda bugün.

Tema doğru okunmalı

Yukarıda seçmen-parti ilişkisini siyaseten değerlendirdik. Tabii şuna da dikkat çekmek istiyorum; her şeyden önce bir seçime hazırlanırken, genel temayı doğru okumalısınız ki o seçimden net bir zaferle çıkabilesiniz. Son seçimlerde bu yapılmadığı için partilerin oy oranlarında ciddi düşüşlere rastlıyoruz. Şimdi 31 Mart geliyor ve ben sağda solda kararsız seçmenin arttığı yönünde duyumlar almaktayım. Belki son dönemde arttı denilen seçime katılım oranı da düşebilir. Bununla birlikte konseptin bile yanlış değerlendirilmesi söz konusu. Peşinen ifade etmek istiyorum ki bu seçim bir “yerel seçim” genel teması da “ekonomi ve geçim” faktörüdür. Seçmen bu temaya hangi oluşum yaklaşırsa, hangisi daha iyi anlatırsa onu kendisini anlamış kabul edecektir kanımca. Eğer 31 Mart’ı aday, teşkilat, parti üçgeninden bağımsız değerlendireceksek bu şekilde değerlendirmemiz lazım.

Değişim şart

Şunu görebiliyoruz mevcut argümanlar seçmeni anlamak için son derece yetersiz. Yani değişim şart diyor seçmen. Zihniyetler, anlayışlar ve argümanlar değişmeli. Mevcut argümanlar artık yetmiyor motorlar tekliyor. CHP-İYİ Parti kanadı seçmenin asıl derdi olan geçimi az çok dillendiriyor fakat alternatif çözümü yine iktidar kendisi üretiyor. Onu da “pansuman tedbir” dediğimiz geçici yöntemlerle yapmakta. Halk “siz ne yapacaksınız” gibi soruların cevabını alamadığı için destek vermiyor muhalefete. Ve önemli bir konu; bu zamana kadar AK Parti neden bekayı ısrarla dillendiriyor, diyorduk o neden sonunda belli oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi tavandaki konsolidasyon(birliktelik) tabana yayılmadığı için. Lakin bu esnada kendi taban seçmeni ve onun dışında kalan seçmenin beklentisini unutuyor. Buna alternatif çözüm sunmayıp sadece eleştiren bir CHP’nin ve İYİ Parti’nin iktidar olması veya belediye yönetmesi nasıl düşünülebilir? Düşünülemez yukarıda da söyledim seçmeni anlamıyorlar, ayrıca kurdukları seçim çatısı çatlak. Adayların belli bir kısmı iyi performans olarak, lakin teşkilat ve parti yaralı. O çatlağın tabana sirayet etmeyeceğini düşünemezsiniz. İşte temel meseledir seçmeni anlamak. Seçimin çatısını doğru kurup, ideolojini doğru anlatır, halka da dokunursan seçim kazanırsın. Gerisi kısa vadeli geçici bir başarıdır. Ve unutmayın geçici başarılara aldanarak siyaset yapılmaz.

Muhammet YILMAZ

18 Şubat 2019 Pazartesi

Politik Eksen: Tanzim Satış, Tanzim Ekonomisi ve İşsizlik

TANZİM SATIŞ, TANZİM EKONOMİSİ VE İŞSİZLİK

Halkın geçim derdinin had safhada olduğu bir noktada, eskiden de uygulanan bir model uygulanmaya başlandı; Tanzim satış. İşte bu model üzerinden uygulanan bir ekonomi politikası, yeni bir terimle anlatacak olursak bir “tanzim ekonomisi” halk nezdinde şuan dolaşımda. O yüzden ekonomiyi detaylıca konuşmak gerek. Kabine yetkililerinden hep ekonominin iyiye gittiği yönünde açıklamalar okuyoruz. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan ile Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ağız birliğiyle aynı şeyleri söylüyor. Devletin ekonomisi iyi olabilir, ama halkın ekonomisi iyi değil. Halkın ekonomisi iyi olsaydı tanzim ekonomisi tedbiri alınmazdı. Piyasada birtakım stokçular ve fırsatçılar nedeniyle fiyatlar yükseldi, buna mani olmak için tanzim ekonomiye geçildi. Geçici olarak işe yaradığını söyleyebiliriz, kısa vadede fiyatlar belli oranda düştü, fakat bu durum kendi halinde satış yapan esnaf ve pazarcıyı da vurdu. Kurunun yanında yaş da yandı yani. Onun için tanzim ekonomisi uzun vadede kalıcı bir çözüm değil, kente göçen işçinin toprağına döndürülmesi, başka bir deyişle üretimin artırılması şart. Aynı şekilde üretim için de istihdam şart. Taşıma suyla değirmen dönmez. Çarkların aralıklarla değil, sürekli olarak çalıştırılması gerek. Bir de şöyle bir gerçek var ki bu durum, hükümetin kendi hatalı politikalarına yine kendisinin alternatif olarak ürettiği bir çözüm. Yıllardır Türkiye’de muhalefet sorunu var deniyor. İşte buyrun, bu da gerçekten böyle bir problem olduğunu doğrular nitelikte. Bir yandan işsizlik arttı yüzde 12,3 oldu, kredi notu ve görünümü sabit kaldı vs… Ne işe yarar bu ülkedeki muhalefet? Sadece eleştirmek problemi çözmüyor. Türkiye’de siyaseti kalitesizleştiren de esas olarak bu; nefret söylemi ve laf yarıştırmak. Siyaset bu durumda olunca ekonomi de ister istemez bir yerden sonra bozuluveriyor. Bekayı konuşurken ısrarla halkın geçim derdinde olduğunu her fırsatta vurgulamam tam da bu yüzden. Ekonomiyle yakından ilgilenen bir arkadaşımla da bu meseleleri her zaman konuşuyoruz, şimdiki durumu da değerlendirdik, çok önemli tespitler yaptı ve; “Tanzim satışların çok geçici bir çözüm olduğunu düşünüyorum. Halk memnun edilirken üretici, pazarcıyı da küstürmemek gerek. Alternatif güzel ancak satıcılara ne olacak? Kurunun yanında yaş da yanıyor. Artan benzin fiyatları dahi pazara/marketlere yansıyor. Bunlar için çözüm üretilmeli. Zararına satışlar başladı marketlerde. Aradaki onca masraf hiçe sayılıyor. Ve bu kısa sürede başka krizlere kapı aralar. Yani bir tarafı onarırken(halk) diğer tarafı(üretici) yıkıyorlar farkında olmadan. İşsizlik 4 milyona yaklaştı ve TÜİK verilerine baktığımızda sanayi üretimindeki düşüş, üretimin ne kadar içler acısı olduğunu gözler önüne seriyor. Berat Albayrak cari açıktan cari fazlaya geçtiğimizi söyledi. Cari açık azalıyor diyoruz fakat cari açığın azalması, sanayi üretiminin düşüşünden kaynaklanıyor. Türkiye’de üretim büyük ölçüde ithal girdilerle sağlandığı için, cari açığın düşmesi ithalatın düşüşünü anlatıyor bizlere. Üretim olmayınca ithalat olmaz, ülkeye girdi çıktı sağlanamaz ve cari açık düşer. Dünya melek yatırımcıların yarın Türkiye’ye gelmesi, küresel anlamda fon bulma ümidi, petrol arayışlarımızın sürmesi de önemli bir ipucu olabilir mi diye düşünüyorum. Öte yandan çiftçiye verilecek hibelerin artırılması da yakın zamanda gündemdeydi” dedi.

Çözüm getirilmiyor

Yukarıda ismini vermeyeceğim arkadaşımın özellikle tanzim ekonomisi konusunda söyledikleri benim değerlendirmemle benzer noktada görüldüğü üzere. Şimdi buradan sözü muhalefete getireceğim tekrar. CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu “Devletin işi manav açmak değil” demişti tanzim satışla ilgili olarak. CHP’lilerden de yine buna benzer açıklamalar geldi. Yanlış bir söylem bana kalırsa. Devletin görevi vatandaşa hizmet etmekse gerektiğinde manav da olur kasap da. İşsizlik problemi için kalıcı çözüm getiren yine yok. Bakın KPSS’ye girenler başarılı olursa mülakatı geçemiyor çünkü liyakat da yok. DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iş isteyende nitelik arandığı vurgusuna katılmayıp “Çalışmak herkesin hakkıdır” demişti geçen katıldığı bir televizyon yayında. Burada Çerkezoğlu’na katılmıyorum bence Cumhurbaşkanı haklı, fakat liyakatin olmadığı yerde niteliği de bulamazsınız. Son olarak CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in değerlendirmesiyle bitirelim “Türkiye’nin gerçek gündemi işsizliktir, enflasyondur, hayat pahalılığıdır. Ekonominin iyi olup olmadığını bana değil vatandaşa sorun. Mülakatlarda MİT’ten gelen listelere göre puan veriliyor” dedi katıldığı canlı yayında. Kendileri çözüm getirir mi, yoksa iktidar buna da mı kendisi alternatif üretir, zaman içinde göreceğiz.

Muhammet YILMAZ

11 Şubat 2019 Pazartesi

Politik Eksen: Beka, İktidar ve Muhalefet



BEKA, İKTİDAR VE MUHALEFET

Aslında farklı bir konuyu yazmamız gerek fakat gündem ve bültenlerin yönlendirdiği bir çizgide hareket ettiğim için o bağlamdan kopmamak adına bu hafta biraz daha irdelemek adına ele aldığım konu yine beka ve geçim olacak. İki hafta kadar önce “Neden Beka Sorunu” isimli yazımda bekayı kapsamlı bir şekilde anlatmıştım. Kısaca o yazıyı özetleyip sonra yine buradan devam etmek gerekirse Türkiye’nin beka sorunu içimizde kol gezen ve güney sınırında faaliyet gösteren terör örgütleridir. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin geleceği açısından olaya bakmaya ve daha çok sistemin prestiji üzerinden bekayı anlatan bir strateji yürütmeye çalışıyor. Bu bana kalırsa yanlış. Çünkü ekonomik durumumuzun çok iyi olmadığı bir ortamda, halkın taşerona kadro, meyveye sebzeye zam geldi, köprü ve otoyollara “sehven” zam yapıldı yaygarasını kopardığı bir noktada, ulusal bekayı tartışmaya açmak suretiyle bir seçim kampanyası yürütmek akla mantığa uyan bir yaklaşım değil. Üstelik AK Parti seçimlere “Gönül Belediyeciliği” gibi son derece anlamlı bir temayla çıktı ve “Memleket İşi Gönül İşi” dedi. Bu ne demek; belediyeler gönüllere girecek ve millete gönülden hizmet etmeyi amaç edinecek. Fakat gündemde yer alan haberler “Gönül Belediyeciliği” temasının daha işin başında sözde kaldığını göstermekte. MHP’ye bakalım, onlar zaten belirledikleri sloganla baştan yerel seçimlerle çok ilgilenmediklerini, daha çok ittifak ve sistemin geleceğini düşündükleri söylem ve davranışlardan anlaşılabiliyor. Lakin, Millet İttifakı partileri Cumhur İttifakı’nın tuzağına her an düşebilir. Neden? CHP’li Özgür Özel’in beka tartışmasına ilişkin yapmış olduğu “1923’te Cumhuriyetin ilanı ile beka sorunu bitti” açıklaması da doğru olmamakla birlikte milli meseleleri önemseyen kesimler adına talihsiz bir açıklama. Yine de halkın geçim meselesinin çok yoğun bir şekilde konuşulduğu bir ortamda çok fazla dikkate alınacağını sanmıyorum. Burada asıl mesele yönlendirilmiş gündeme alet olup olmamakla ilgili bir mesele. Millet İttifakı’nın beka söylemine antitez oluşturmaya çalışması istemeden bile olsa oraya doğru savrulmanın ilk adımı olabilir.

Muhalefet çatısı çatlak

Geçtiğimiz gün Cumhurbaşkanı Erdoğan Sivas’tan başlayarak seçim mitinglerine startı verdi. Orada da en çok beka söylemi öne çıktı. Domates, sivribiber, ıspanak diyenlere beka ile cevap verdi. Yani yine milli meseleleri köpürtmeye çalışarak halkın duygularına hitap etmek istedi. Ayrıca o mitingde KİT(Kamu İktisadi Teşekkülleri)’lere kadro diye bağıran grubu provokatör olarak niteledi. Bakın halkın derdi seçimden çok geçim diye boşuna demiyoruz. Onun için sayın Cumhurbaşkanı adına talihsiz bir davranıştı diyebiliriz. Diğer yandan kabine de zam söylemleriyle çok açık vermekte. Peki Millet İttifakı’nı da biraz masaya yatıralım, acaba onlar ne yapıyor? Hiçbir şey. Hala aday belirlemekle meşgul. Sağda solda istifa rüzgarları esiyor. Bakın sırf tepedeki yönetimlerinin başarısızlığı ve süreci iyi yönetememesi ve önüne altın tepside sunulan birçok fırsatı değerlendirmeyip elinin tersiyle itmesinden dolayı CHP ve İYİ Parti bu seçimde oy kaybına uğrayabilir. Eğer zaten 24 Haziran sonrası süreçte partiye cephe alan ama seçimler adına bunu bile sineye çeken taban ikna olmaz, bir de AK Parti üzerine beka gibi milli meseleler ve parti ideolojisini iyi anlatmak suretiyle, belediyeciliği bunun üzerinden ilişkilendirmeyi başarırsa tablo onlar açısından vahim olur. Bakın çok tecrübeli bir gazeteci seçimin çatısı üç ana unsurdan oluşur demişti. Nedir onlar; aday, teşkilat ve parti. CHP ve İYİ Parti’de özellikle üç büyükşehir üzerinden değerlendirirsek adayların kendi performansları başarılı denilebilir, halka dokunabiliyorlar gördüğüm kadarıyla. Öyle ki Erdoğan doğrudan bu adayları hedef alıyor, adaylar çok iyi manevra yapmak koşuluyla o saldırıları geri püskürtebiliyor. Böylece aslında dezavantajlı görünen bir durumu avantaja çevirmeyi bildiler. Ancak tam bir uzlaşmayla gelmedi bu adaylar. Teşkilat deseniz ilçe adayları belirlenirken sert tartışmalar oldu. İstifa edenler veya istifa edip geri çekenler oldu vs. İki partide de tartışmaların ardı arkası kesilmedi, üstüne üstlük bunlar kamuoyuna yansıdı. Dolayısıyla muhalefet çatısında çatlak var. Bakın iktidarda bu tartışmalar olmadı. Adaylar belirlendi, üzerinde uzlaşıldı, teşkilat şuanda sahada çalışıyor, aynı şekilde parti de sahada ideolojisini anlatıyor. Bu pencereden baktığımızda ibre Cumhur İttifakı’ndan yana. AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın kaybedeceği nokta milli meseleler ve beka sorununu hükümet sistemi üzerinden anlatıp, halkın ekonomisi, sorunları ve geçim derdine çok fazla odaklanamama olacaktır. Millet İttifakı ise teşkilat ve parti başarısızlığı, alternatif çözüm üretmemesi ve ideolojik düşmanlıkla hareket etmesinden yana kayıp yaşayacaktır. Halk böyle bir ortamda bana kalırsa ya kararsız kalacak, ya da en son parti ideolojisini değerlendirecek ve buna göre bir karar verecektir.

Muhammet YILMAZ

4 Şubat 2019 Pazartesi

Politik Eksen: Herkes Ayrı Bir Kafada

HERKES AYRI BİR KAFADA


31 Mart yerel seçimlerine iki aydan geriye doğru saymaya başladık. Partiler seçim çalışmalarını hızla sürdürmekte. Ancak kafalarda bazı soru işaretleri var. Acaba seçimler doğru ve nitelikli bir şekilde yürütülebiliyor mu? Seçim öncesi oluşan siyasi ortam ne kadar sağlıklı? Veya halk bu seçimleri ne kadar önemsiyor? Bunlara ve daha fazla cevap bekleyen soruları bugüne kadar yaşanan gelişmeler ışığında bir bakalım. Millet olarak belki de en fazla seçim yaşamış ülke bizizdir. Genç bir yazar olarak ben de çok seçim gördüm ama günün birinde ülkemizdeki siyasetin bu derece basitleşip tek tipleşeceğini açıkçası hiç düşünmedim. Peki neden? Bunun aslında bakarsanız pek çok sebebi var, bazılarını isterseniz sıralayalım. Bir, bugün ülkemizdeki siyaseti besleyen ana unsur partililer arasındaki kavga, sataşma ve polemikler. İki, sorunlara çözüm üretilmiyor aksine sorunun üzerine yeni sorunlar ekleniyor. Üç, halka hizmeti tam anlamıyla görev bilen siyasi oluşum ve siyasi kimlikler var fakat sayısı yok denecek kadar azaldı. Olanlar da arada kaynamamak için ya mevcut konjonktüre ayak uydurup o nitelikli kimliklerini zamanla kaybediyorlar ya da niteliksiz siyasetçilerin türlü oyun ve entrikalarıyla kaybolup gidiyorlar. Ve biz yine böyle bir ortamda beş yılda yedinci seçime gidiyoruz. Çok enteresan ve anormal bir durum. Öyle ki şuan hali hazırda ülkedeki çoğunluğa sahip, kurulduğunda samimiyeti, gönüle girmeyi ve hizmet etmeyi dava bilmiş iktidar partisi ve onun genel başkanı -aynı zamanda Cumhurbaşkanı- Recep Tayyip Erdoğan bile artık vazgeçilmez konumda değil. Ama hala alternatifsiz konumda gibi görünmesi iktidarda rehaveti artırıyor ister istemez. Çünkü muhalefet şu süreçte iktidarın zayıflamasını belli alanlarda algıyı yönlendirerek bazı açıkları iyi değerlendirdi ama ötesine gidemedi. Kemal Kılıçdaroğlu yıllardır CHP koltuğunda ama CHP’yi getirdiği nokta tartışılır. Aynı şey İYİ Parti ile Meral Akşener, MHP ile Devlet Bahçeli ve diğer partiler için de geçerli. Herkes ayrı bir kafada anlayacağınız.

Halkın derdi başka


İşin özeti esasında Türkiye’de nitelikli siyasetin yapılmadığı ve sağlıklı bir seçim ve siyasi zeminin olmadığıdır. Yönetenler ve onlara muhalefet edenlerdeki bu durum doğal olarak halka da olumsuz sirayet ediyor. Şuanda halk seçimden çok geçim derdinde ki bunu son yazımızda yine ifade etmiştik. Cumhur İttifakı bunu bir türlü kabullenmek istemiyor ama gerçek bu. Biraz halka kulak verdikleri takdirde bunu onlar da göreceklerdir. Muhalefet iktidarın bazı açıklarını rahat görebiliyor ama onlarda da birlik olgusu zayıf. Adaylar konusunda geç kalındı, tartışmalar yaşandı. Yönetim anlamında bir beceriksizlik var tam olarak stratejik anlamda doğru adımlar atmıyorlar. Ama polemiklere karşı manevrayı ustaca yaptıkları da bir gerçek. Ayrıca üç büyükşehirin adayları iyi bir görüntü veriyor gibi. 31 Mart seçimlerini kendi özelinde ayrıca tartışacağız ama önden bunları belirtmek yerinde olacaktır. Dolayısıyla milli meseleleri seçime alet etmek, tartışmalar üzerinden yürümek her iki tarafa eksi puan olarak dönecektir. Halk bu seçimlerde ıspanak fiyatına hangi aday müdahale edebilir, İstanbul’un trafik sorununa kim artık çözüm bulabilir, Ordu’da kim fındığı tüccarın oyuncağı olmaktan kurtarır vs. buna bakıyor. Meselenin özü derdi zaten bekadan başka olan halkla kim bütünleşirse o, yerelde halkı yöneten taraf olacak. Oldu ki hiç kimse bunları yapmadı; işte o zaman da kim parti ideolojisini doğru anlatırsa benim düşüncem odur ki halk yaşadığı ili ve ilçeyi yönetme hakkını ona verecek. Vatan, Millet, Sakarya edebiyatı yapan yahut kavga edip polemiklerle uğraşana değil.


Muhammet YILMAZ