23 Mart 2020 Pazartesi

Yaşamın İçinden: Koronavirüs ve Anlaşılmayan Durumlar

KORONAVİRÜS VE ANLAŞILMAYAN DURUMLAR

Çok önemli bir konu nedeniyle verdiğim yazı arasını bozmuş durumdayım. Sadece Türkiye’yi değil bütün dünyayı etkisi altına alan ölümcül bir tehlike; Koronavirüs (Covid-19). Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktı ve çok kısa sürede bütün dünyaya yayıldı. Özellikle sınır komşularımızdan İran ve İtalya’da hemen her gün bu virüs nedeniyle yüzlerce insan hayatını kaybetmekte. Ancak işin esas bizi ilgilendiren tarafı bunlar değil, virüsün 11 Mart itibarıyla Türkiye’ye de sıçramış olması. O gün bugündür birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de pek çok tedbir alındı ve dünyada hayat resmen durdu gibi bir durum oluştu. Yanlış anlaşılmasın bu bir eleştiri değil sağlık için gerekli bir tedbir tabii. Sağlık Bakanlığı ve devletin bütün organları virüsün yayılmaması için olağanüstü bir gayretle çalışılıyor. Ancak alınan bütün tedbirlere rağmen şuanda ülkemizde Koronavirüs testi pozitif çıkan bin bin 236 vatandaşımız, virüs nedeniyle de hayatını kaybeden 30 vatandaşımız var. Bunlardan biri de eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman. Eşi Belma Yalman’a da Koronavirüs tanısı koyuldu ve şuan karantinada, kurtulur mu bilemiyorum. Pozitif vaka sayısı 191 olana kadar Sağlık Bakanı Fahrettin Koca vakaların yurtdışı temaslı olduğunu belirtmekteydi fakat son vakalarda böyle bir şeyden söz etmedi. Muhtemelen son vakalar da böyle. Fakat yayılım olması da ihtimaller dahilinde. Şimdi tabii son günlerde yavaş olan artış hızının katlanmaya ve hızlı bir şekilde yükselmeye başlaması insanımızda bir tedirginlik oluşturdu ister istemez. Acaba virüs yayılıyor mu endişesi. Bunun olmaması için biz vatandaşların çok hassas olması gerekiyor. Fakat gelin görün ki son günlerde 14 Gün Kuralı’na uymayan veya devletin çağrılarına kulak asmayıp tedbirlere karşı direnen bazı vatandaşlar olduğuna yönelik duyumlar ve haberler geliyor. Özellikle yaşlı vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum. Mümkün olmadıkça dışarı çıkmayın. Çünkü şuana kadar yaşamını yitiren 30 vatandaşımızın 30’u da yaşı ilerlemiş kişiler. Sizlerde virüsün yayılması daha kolay vücudun direnci artık zayıfladığı için. Genç yaşlı demeden hepimiz hassasiyet isteyen şu günlerde devletimizin aldığı tedbirlere ve çağrılarına kulak tıkamayalım. Evlerde kalıp tedbirlere karşı hassasiyet gösterelim. Yurtdışından döndüysek mutlaka 14 gün boyunca kendimizi izole edelim.

Tedbir hayatımızın güvencesi

Devletimiz şuanda keyfi amaçla tedbir almıyor. Ya da AVM’ler şunlar bunlar boş yere kapatılmıyor. Bakınız geçen gün Ankara AŞTİ’de tedbirler hiçe sayılarak asker uğurlaması yapılmış. İstanbul’da da sokaklar insan dolu. Galata Köprüsü balık tutan insanlarla dolmuş taşmış. Gerçekten anlamıyorum illa bir şeylere yasak mı gelmesi lazım uyulması için? İçinde bulunduğumuz şu durumda tedbir hayatımızın güvencesi demek. Uzaktan gözlemlediğim kadarıyla gençler bu konuda çok bilinçli ve hassas. Aynı bilincin ve hassasiyetin yetişkin ve yaşlılar tarafından gösterilmesi gerekiyor. Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, birkaç gün önce şöyle bir değerlendirmede bulunmuştu, “Tedbirlere uyarsak vaka sayısını 5 binde sınırlı tutabiliriz. Fakat uymazsak 30 bine kadar çıkabilir”. Şuanda gördüğüm tablo da ne yazık ki bizi, kötü senaryoya doğru sürüklüyor.

Türkiye 12. sırada

Bakan Fahrettin Koca hemen her akşam Twitter üzerinden açıklama yapıyor ve sayının güncellendiğini ilan ediyor. Ancak sadece vaka sayısı değil artık ölüm sayısı da katla artmaya başladı. Meslekte aktif çalışan bir arkadaşım aktarmıştı; Çin kaynaklı haber ajansından alınan veriler Türkiye’nin virüs yayılımında 12. sırada olduğunu gösteriyor. Çok enteresan bir durum. Virüs ülkemize geç girmesine rağmen bu durumda olmamızın tek açıklaması olabilir; sorumsuzluk ve vurdumduymazlık. Toplum olarak aklımızı başımıza almamız gerek. Devlet şuanda zorba görünmemek adına sokağa çıkma yasağı uygulamamak için direniyor bazı ısrarlara rağmen. Ondan sonra bir şey olsa devletten bilir bazı insanlar. Ne ala dünya. Sen tedbirini almadıysan, kurallara riayet etmediysen bunda devletin günahı ne? Başımıza büyük bir felaket mi gelmeli anlamamız için? Veya yakınlarımızdan biri yahut birkaç yakınımız birden virüse mi yakalanmalı? Bakın Avrupa özellikle de İtalya bu konuya duyarsız kaldığı için ilk anda şimdi Avrupa kıtasında yayılmadığı ülke kalmadı. Ve flaş bir haber; Almanya Şansölyesi Angela Merkel, doktorunun virüs testi pozitif çıktı diye kendisini karantinaya aldı. İşte biz de böyle dikkatli olacağız ki Koronavirüs ülkemizde yayılmasın. Başka bir Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ceyhan özellikle bu haftanın çok kritik olduğunu, tedbirlere uyulmazsa bu işin önünün alınamayacağını ifade etti. Bir kişinin hatası bütün bir toplumun hayatına mal olabilir. Onun için son sözüm net; Kurallara uyun, tedbirlere riayet edin bu topluma sebep olmayın, EVDE KALIN!

Muhammet YILMAZ

9 Mart 2020 Pazartesi

Yaşamın İçinden: Sporun Kirli Yüzü


SPORUN KİRLİ YÜZÜ


Şimdi yazacaklarıma Fenerbahçelilerden başkası inanır mı bilmiyorum ama yine de yazacağım. Ki Galatasaraylıların çok kızacağı kesin. Sezon başından bu yana Süper Lig’de yaşanan fahiş olayların ardı arkası kesilmiyor. Sistematik şekilde başlayan hakem hataları, algı operasyonları ve provokatif söylemler en sonunda hemen hemen büyük takımların hepsini buldu. En başta Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ile Başkanvekili Semih Özsoy bunu söylediğinde açıkçası inanmadım. Çünkü futbol takımının öyle çok övgüler düzülecek bir oyunu yoktu sahada belli istisna maçlar hariç. Gelin görün ki o maçları yöneten hakemler de ertesi hafta oynanan maçlarda görev almadı. Daha doğrusu Merkez Hakem Kurulu (MHK) tarafından görev verilmedi. Buraya kadar anlattıklarım kasıt var mı yok mu sorusunun var olma ihtimalini güçlendiriyor. Zira ikinci yarı öncesi Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim’in attığı tweeti hatırlayın; “Bu sene lig çok ZORLU geçecek”. Fenerbahçe Başkanı Ali Koç, MHK Başkanı Zekeriya Alp ve TFF Başkanı Nihat Özdemir arasında Özdemir’in Maslak Zorlu binasında gerçekleşen ve Fenerbahçe’yi sevmeyen art niyetli kulüp yöneticisi olmuş bir güruh tarafından ısrarla “gizli” diye lanse edilen ama aslında herkesin çok rahat diline düşmüş bir görüşme. Muhatapları tarafından görüşmeye ilişkin detaylar defaatle anlatılmasına rağmen Galatasaray ve Trabzonspor kulüp yöneticileri, özellikle Mustafa Cengiz ve Ahmet Ağaoğlu başta olmak üzere pek çok art niyetli kişi buradan kurumlara baskı yapmaya ve algı oluşturmaya devam etti. Bir kere o görüşme gizli olsaydı bu kadar kolay basına yansımazdı. Zaten ne olduysa o görüşme sonrası oldu. İkinci yarı başladıktan sonra o dönem kendi içinde anlaşmazlıkları olan ve iyi performans gösteremeyen bu kulüpler nedense inanılmaz bir yükselişe geçti ve birden sustular yaşananların ardından. TFF Başkanı Nihat Özdemir de suskun. Çünkü onun da bu kötülüğün bir tarafı olduğu açık. Şimdi bir tarafa göz göre göre adaletsizlik alıp başını gidecek sonra ona çanak tutmaya çalışanlar birden ortadan kaybolacak ve ben bunun altında bir şey aramayacağım öyle mi? Kimse kusura bakmasın ama yok öyle üç kuruşa beş köfte. Bütün bunlar sporun kirli yüzünün iyice açığa çıktığının bir göstergesi. Israrlı ve organize bir operasyon söz konusu bazı kulüp yöneticileri, futbol otoriteleri, medya hatta bazı siyasilerin bunun arkasında olduğunu sanıyorum.

Masada kazanılan lig

Ligde şampiyonluğun sahada kazanılması artık bir formaliteye dönmüşe benziyor. Birkaç kişinin oturduğu yerden söyledikleriyle lig adeta masada kazanılmış, sadece gerçekliğe uygun şekilde dizayn ve domine ettirme çabası hakim. Ama Allah’ı var benim hedef tahtasına koyduğum Trabzonspor’un futbolcularını tenzih ediyorum. bu sene baştan sona iyi bir futbol oynadı onu da söyleyeyim. Benim derdim onların ve Galatasaray’ın işler yolunda gitmediğinde borazanlarını öttüren yöneticilerle. Bakınız en çok haksızlığa uğrayan Fenerbahçe’nin de bu sene yukarıda da ifade ettiğim gibi sahada Oscar’lık bir oyunu yok. Gaziantep, Başakşehir, Rize, Beşiktaş, Konya gibi istisna maçlar harici çok da iyi bir oyun görmedim sahada. Ali Koç'un da zaman zaman çizgiyi aşan söylemler sarf ettiği de bir gerçek. Belki de aynı hakem hatalarının her seferinde tekrarlanması artık demoralize etti futbolcuları. Bu moralsizlik ve teknik adam yetersizliği sebebiyle birkaç haftada belki de dünyaları yedirdiler diğer takımlara. Lakin bu suç unsurunu ortadan kaldıran bir faktör değil. Organize bir kötülük dolaşıyor etrafta ve bunun ivedilikle araştırılıp ortaya çıkarılması gerekir.

Sonunda onlar da isyan etti

Ve geliyoruz son maçların oynandığı bu haftaya. Yine Fenerbahçe’nin maçı adaletsizliklerin havada uçuştuğu bir maç oldu. Ama ondan önce 2-1 biten Trabzonspor-Fenerbahçe kupa maçı ile Gaziantep FK-Trabzonspor maçına bir dönelim. Çünkü o maç sonunda hakeme serzenişte bulunan Trabzonspor’un 1-1 biten Gaziantep maçının sonunda attığı gol de VAR’dan gidince sonunda onlar da isyan edip MHK’nın istifasını istedi. Zekeriya Alp onlarca kez susup Trabzon konuşunca konuştu nedense. Sonra Galatasaray’ın dün 2-2 berabere kaldığı Demir Grup Sivasspor maçı. Saracchi düşerken iki bacağıyla resmen sumo güreşi yapıyor kırmızı verilmiyor ve penaltı sonrası ikinci sarıdan kırmızı görmesi gereken Seri’ye kart gösterilmiyor. Sonra da Fatih Terim röportajda çıkıp Rize’de geçen seneki tiyatronun baş mimarlarından Serkan Çınar’ı savunuyor. Bu mudur adalet? Sizin canınız can da diğerleri patlıcan mı? Hoca ağırlığını sahada taktiğiyle gösterir ki Fatih Terim bu konuda rüştünü fazlasıyla ispatlamış biri. Size haksızlık yapılıyorsa siz de konuşun ama başkalarının hakkına da göz koymayın. Kritik bir soruyla bitirelim haftaya art arda Trabzon-Başakşehir ve Galatasaray-Beşiktaş maçları var. Peki bu maçlarda tiyatro oynanmayacağının garantisi var mı?

Muhammet YILMAZ

8 Mart 2020 Pazar

Yaşamın İçinden: Kadın İçin İnsanlık

KADIN İÇİN İNSANLIK


İşte yeni bir yılın yeni bir 8 Mart’ı geldi çattı. Kırmızı Alan olarak geçen yıl yayına girdiğimiz ilk günden bu yana kadına ayrı bir önem verdik, kadına ilişkin hiçbir konuya duyarsız kalmamaya gayret gösterdik. Geçen yıl hatırlayınız “Kadınına Sahip Çık, Değer Ver” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. O yazı şuanda hali hazırda bir blog platformu olarak hizmet veren Kırmızı Alan’ın en çok görüntülenen yazısı oldu ve bir rekora imza attı. Bu yıl da sloganımızı “Kadın İçin İnsanlık” olarak belirledim. Çünkü kadınımıza verilen önemin sözde kaldığını, özde samimi bir anlayışa dönüşmediğini görmekteyim. Bu konuya değineceğim ama tarihe doğru yolculuk yapalım öncesinde. Geçtiğimiz yıl yazdığım yazıda Kadınlar Günü’nün ortaya çıkış hikayesini anlatmıştım. Enteresandır, Avrupa ve Amerika’da birçok özel günün çıkış hikayesi duygusal sebeplerden çok ticari sebeplere dayanıyor. Ki bu yüzden de aslında 8 Mart’ın asıl adı “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”dür. Çünkü kadın işçi hareketleri sonucunda ortaya çıkmış bir gündür. Geçen yıl uzun uzun anlattım o yüzden özet geçeceğim; ABD’nin New York kentindeki bir dokuma fabrikasında 40 bin kadının 8 Mart 1857 yılında daha iyi çalışma şartları istemesi sonucu yaşanan grevin ardından polisin işçilere saldırması ve onları içeriye kilitlemesi sonucu çıkan yangında 120 kadın işçi feci şekilde can vermişti. Aslında o dönem takvimine göre bu olayın gerçekleşme tarihi 23 Şubat’tır fakat Avrupa ve Amerika Gregoryen olarak da bilinen Miladi takvime denk gelen tarihi esas almıştır. Sonrasında pek çok ülkede ve Türkiye’de 8 Mart, Dünya Kadınlar Günü olarak kabul edildi. Yani herkes bizim gibi duygularını baz alarak yorumlamıyor 8 Mart’ı. Ama biz her yönümüzle farklıyız. Bizim geçmişten bu yana gelen kültürümüzde kadının her zaman ayrı yeri olmuştur. Ki bu geçmişten bugüne nakledilen bilgilere bakacak olursak Orta Asya’nın Göktanrı inancına kadar uzandığını görmemiz mümkündür. Orta Asya’da kurulan ilk Türk devletlerinin töresinde meclis görevi gören toylara hakanın olmadığı zamanlarda hatunlar başkanlık ederdi öğrendiğimize göre. Ve Cahiliye Dönemi’nde putlara tapan Mekkeli müşriklerin kız çocuklarını diri diri gömme gibi akla ziyan uygulaması İslam medeniyetinin Arap Yarımadası’na hakim olmasıyla son bulmuştu. Çünkü İslam kadına değer verilmesini öngörmekteydi. Türkler olarak zaten geçmişte de kadına veren toplumduk ki 754 Talas Savaşı ile İslam medeniyetinin çatısı altına girmemiz sonrası da bu anlayış uzun yıllar devam etti. Selçuklu’dan Osmanlı’ya ardından bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar kadına verdiğimiz değerin Avrupa’dan ve Amerika’dan daha büyük olduğunun her türlü iddiasına girerim. Ancak gelin görün ki son yıllarda bizi bu konuda yalanlayan çok fazla gelişme yaşandı. Çocukluğumdan bu yana unutamadığım Münevver Karabulut cinayeti ilk kez bana kadına karşı vahşeti gösteren örnek oldu. Aradan yıllar geçti, 2015 yılında Özgecan Aslan cinayetiyle birlikte kadın cinayetlerinde gözle görülür bir artış yaşandı. Helin Palandöken, Güleda Cankel, Ceren Damar Şenel, Emine Bulut, Ceren Özdemir vs… Arada unuttuğum muhakkak olmuştur, düşünün o derece fazla. Bu millet onları unutmadı ve unutmayacaktır.

İhanetin daniskası


Şimdi soruyorum size, en çok da erkek milletine; bu mudur bizim insanlığımız? Nerede o geçmişten bugüne kadınımıza verdiğimiz değer? Bu en kutsal tarihi değerlerimizden birine karşı ihanetin daniskasıdır. İşte bu yüzden bu yıl Kırmızı Alan’da Kadınlar Günü sloganını “Kadın İçin İnsanlık” olarak belirledim ve bu yazıyı kaleme aldım. Unuttuğumuz birtakım değerlerimiz hatırlatmak adına böyle diyorum ve diyeceğim. Türk milleti olarak geleneklerimizle değerlerimize olan bağlılığımız sayesinde biz bugünlere kadar dimdik ayakta durmak suretiyle geldik. Kadına verdiğimiz değeri unuttuğumuz, yeniden farkına varmamız gerektiği açık. Bunun da yolu bilinçlenmekten, bilinçlendirilmekten geçiyor.

Kadın örgütlenmeleri ve duyarlılık


Geçtiğimiz yıl belirtmiştim yine altını çizmek istiyorum çünkü hala belirgin bir değişim söz konusu değil. Kadın örgütlenmeleri sadece 8 Mart’ta feminist yürüyüşü gerçekleştirmek veya kadın cinayetleri yaşandığında protesto etmek mi ortaya çıkacak? Daha aktif olmaları ve devletle çatışmanın değil koordineli çalışmaların yapılması gerektiğini söyledim yine söylüyorum. Siz bu kadar pasif olduğunuz ve bazı konularda devletle çatıştığınız sürece kadına verilen değer unutulmaya ve kadın cinayetleri gündemde kalmaya maalesef devam edecek. Onun için uyarımı bir kez daha tekrarlıyorum. Lafı daha fazla uzatmayalım. Son sözüm duyarlı ve kadınımızı seven ve değer veren bir erkek olarak kadın için insanlık, insanlık için kadın diyor ve bütün kadınlarımızı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde saygıyla selamlıyorum.

Muhammet YILMAZ