25 Temmuz 2019 Perşembe

Politik Eksen: Sondaja Kaynak Yapmayın


SONDAJA KAYNAK YAPMAYIN

Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri bir süredir gündemdeki yerini korumakta. Baştan ifade etmek gerekir ki bizim orada sondaj yapmak gibi bir hakkımızın olması kadar doğal bir durum olamaz. Batılı devletler kendi çıkarlarına ters düştüğü gerekçesiyle, küresel örgütleri Avrupa Birliği(AB) kanalını kullanıp önce tepki gösterdi sonra fonları keserek sözde yaptırım uyguladı. Bir kere emin olunuz ki o fonlar ve diğer mali yardımlar zaten aktif olduğu dönemde bile deaktif, yani uygulamada değildi. Çünkü sözde örgüt AB’nin bu olmasa bile derdi bitmiyor bizimle. Onun için çok da önemsemeye gerek yok. Bizim jeopolitik konumumuz ve uluslararası hukuktan doğan haklarımızı sonuna kadar orada kullanma, sismik gemi ve sondaj gemilerimizle doğalgaz arama faaliyetlerine girişmemiz sonuna kadar mümkündür ve yılmaksızın devam edilmelidir. Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de hukuksuz bir şekilde kıta sahanlığını genişletmeye çalışmasına ses çıkarmayan Avrupa’nın, bizim üstelik sınırımızın olduğu, ayrıca üzerinde bir de yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti(KKTC)’ni taşıyan denizimizde sondaj faaliyeti yapmamıza provokasyon demesi son derece anlamsız ve gülünçtür. Durum böyle olduğu halde neden ısrarla Türkiye’ye karşı çıkıp yaptırım uygularız diyorlar; çok basit Türkiye’nin dışa bağımlılıktan kurtulup güçlenmesi işlerine gelmediği için. Orada demek ki işlenip kullanılabilecek düzeyde petrol ve doğalgaz var, onu kendileri başka eller yoluyla çıkarıp işlemek derdindeler ki bunu eminim hepiniz biliyor ya da en azından tahmin diyorsunuzdur. AB’ye çağrımız son derece net; sondajlarımıza kaynak yapmaya çalışmayın. Aksi halde karşılığını görürsünüz. Devlet olarak duruşumuz zaten belli. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez orada sondaj faaliyetinin devam edeceğini, reste restlerle karşılık verileceğini ifade etti. Ki böyle de olması gerek lakin önceki dönemde olduğu gibi bu iş de sonradan blöf siyasetine dönmemeli baştan bu uyarımı da yapayım.

İttifakların üstünde bir mesele

Siyaseten herkes Doğu Akdeniz’deki faaliyetimizin yasal olduğu konusunda hemfikir. Uzunca bir sürenin ardından ortak bir duruş sergileyebilmiş olmak ne kadar güzel. MHP lideri Devlet Bahçeli ve BBP lideri Mustafa Destici’den en başından bu yana, ittifak ortaklığından ötürü olsa gerek, destek gelmişti. Ki aslını sorarsanız gerek Doğu Akdeniz gerekse de S-400 gibi meseleler ittifaklar üstü bir mesele. Ve CHP ile İYİ Parti bunu gösteren açıklamalarla siyasi rekabetin uluslararası arenaya yansımaması konusunda iyi bir tutum ortaya koydu. Anladığım kadarıyla siyaset kurumu olayın ne kadar ciddi olduğunun farkında. Bakınız şuanda üç gemi Doğu Akdeniz’de hali hazırda çalışıyor, Mevlüt Çavuşoğlu dördüncü bir geminin daha gönderileceğini ifade etti ki hakkımızın yenilemeyeceğini göstermek adına ne kadar kararlı duruşumuzun olduğuna işarettir.

Tarihten esinlenilmiş

Türkiye’nin ilk yerli sondaj ve sismik araştırma gemilerine tarihimize mal olmuş Osmanlı denizcilerinin ve devlet adamlarının verilmesi güzel. Barbaros Hayrettin Paşa yaşamış olduğu dönemde Akdeniz’deki Haçlılara korku salan bir isimdi. Hakeza Oruç Reis’in Osmanlı ve Türk denizciliğine yapmış olduğu katkılar tartışılmaz. Yavuz ki en büyük cihan hükümdarlarımızdan birinin adı. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz donanmasından kaçıp Türk donanmasına sığınan Çarlık Rusyası’na ait Odessa ve Sivastopol limanlarını bombalayan iki zırhlı İngiliz gemisinden birinin adı da Yavuz’du. Dördüncü gönderilecek gemimize de bence Milli Mücadele’ye mal olmuş bir komutan veya bir halk kahramanının adı verilebilir. Ama en önemli mesele ismi ne olursa olsun oradaki sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerine destek vermesi bana göre. Velhasıl kelâm; ne Avrupa Birliği ne ABD ne Yunanistan veya Güney Kıbrıs Rumları ne de bir başkası bizim Kuzey Kıbrıs Türkleri ile ortak haklarımızı kullanmamıza mani olamaz. Türkiye’ni dışa bağımlılığının azalmasını istiyorsak bu faaliyetlerin arkasında sonuna dek durmamız gerekir.

Muhammet YILMAZ

20 Temmuz 2019 Cumartesi

Politik Eksen: Birlik Olgusu ve 15 Temmuz


BİRLİK OLGUSU VE 15 TEMMUZ



Hangi birini söyleyeyim bilmiyorum ama dün üçüncü yıldönümünü geride bıraktığımız, büyük bir ihanetten muhteşem demokrasi zaferine dönüşen 15 Temmuz’un ruhunu birilerinin tam manasıyla yaşayamadığı ve anlayamadığı çok belli. Birileri eteğindeki taşları dökmek için özellikle 15 Temmuz’u beklemiş. Çünkü gerek siyasi erkler, gerek medya ve sanat camiası, gerekse de halk nazarında yapılmaması gereken şeyler yapıldı, yazılmaması gereken şeyler sosyal medyaya yazıldı çizildi. Örnekleri görüyorsunuz kenarlarda ki bunlar yalnızca birkaçı. Soruyorum, böyle mi birlik olacağız? Bu mudur bizim darbeye karşı dik duruşumuz, milli birliği sağlamaya yahut da demokrasiye olan inancımız? Eğer buysa baştan açık açık söylemek lâzım tek kelimeyle yandık. Gelecek adına hiç de iyi sinyaller vermiyoruz. Birisi çıkar 15 Temmuz için çizilmiş afişlerdeki üniformalı teröristlerin temsilini eleştirir, diğeri ona cevap verir, sonra başka biri çıkar ona verir, en sonunda gitgide eski defterler açılmaya başlar vs… Bazıları da çıkar 15 Temmuz kahramanlığını bile Atatürk’e bağlar, diğeri de ona nispet olsun diye 29 Ekim ile 15 Temmuz’u ayrı ayrı yerlere koyar. Sosyal medyada kim ne yapmış hepsinin örneği kayıtlı, bir-iki tane örnek ben de buraya koydum onun için uzun uzun yazmıyorum. Bütün bu sosyal medyada yapılanlar, birlik olgusuna yakışmayan aykırı hareketler. Ve nasıl bir psikolojidir anlam veremiyorum bir türlü. 15 Temmuz, hangi görüşten olursak olalım bizim birlik olgusunu sağlamamız için iyi bir mesajdı. Ancak bu mesajı bile bazıları zaman içinde suiistimal etmek suretiyle eritti. Neyse ki sonradan bu kişilerden birkaçı doğruyu buldu da tartışmaların bir kısmı bitti. Ancak anlaşılan o ki gelecek 15 Temmuz benzer tartışmalara gebe olabilir.

CHP’nin amacı ne?

Tabii siyasiler arasında CHP’nin bir kez daha ortaya attığı FETÖ’nün siyasi ayağı tartışması bir kez daha patlak verdi. Bir süre o tartışma da gündemdeki yerini koruyacak gibi. Ama somut bir gelişme yaşanmayacaktır. Tabii bu noktada ben özellikle CHP ve diğer muhalefet partilerinin amacının ne olduğunu merak ediyorum. Yayınlamış oldukları bildiriyi okudum, siyasi ayak tartışmasını Erdoğan ve AK Parti’ye tek başına yıkma amacı güdülüyor bana kalırsa. Yürekli bir savcı arıyorlarmış Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çıkıp soracak. Madem bu kadar şüphe ediyorsun önerge ver, salt çoğunlukla Yüce Divan’ın(Anayasa Mahkemesi) toplanmasını sağla. CHP bildirisi her şeyden önce “kontrollü darbe” imasını yinelemekte gördüğüm kadarıyla. OHAL’in ilan edildiği 20 Temmuz’u da ısrarla sivil darbe olarak nitelendirmek yanlış. Çünkü devletin kendini temizlemesi için o dönem gerekliydi. Ve sanki iktidar partisi başından beri her şeyi biliyordu, bu örgütü bilerek isteyerek içine aldı, büyüttü ve palazlanarak darbe yapmasını sağladı gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmış. Diğer muhalefet partileri de CHP’nin bu iddiasına ortada çok somut bir şey olmaksızın çanak tutuyor. Bir iktidar kendi kendine, üstelik devleti riske atmak suretiyle, bilerek darbe yapar mı? Hakeza birlik bütünlük mesajları verilmesi gereken 15 Temmuz meclis özel oturumda CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç kürsüye çıkıyor ve ayrılığı daha da pekiştiren suçlayıcı sözler sarf ediyor. Geçen yazımda da ifade ettim, bu örgütün en az 40-50 yıllık bir geçmişi var. Madem siyasi bir ayaktan söz ediyoruz; kanımca bunun son 13-14 yılı AK Parti ile beraberse, önceki yıllar ve 17-25 Aralık süreci için de CHP’nin ve diğer muhalefet partilerinin kendi iç muhasebesini yapması gerekir bu darbeler hususunda. Bakınız sayın Kılıçdaroğlu o gece havalimanında nasıl tankların arasından geçip giderek Bakırköy Belediye Belediye Başkanı ile darbeyi seyrettiğini gösteren görüntüleri, 17-25 Aralık’tan 15 Temmuz’a uzanan süreçte neden örgüt televizyonlarına çıktığını ve o dönem iktidar partisini hırsızlıkla suçladığına dair birçok soru ve iddiayı hala açıklayamadı. 7 Ağustos Yenikapı mitingi ile oluşan birlik ruhunu bozan da Kemal Kılıçdaroğlu idi. Bildiğin bir şey varsa baştan bir şey ima etmeden gidersin yargıya delillerinle birlikte dosyanı sunarsın. Böyle kurusıkı sallayıp çamur at izi kalsın mantığıyla bir yere varılmaz. Dolaysıyla hiç samimi bulmadım ana muhalefetin tavrını. Aynı durum iktidar partisi için de geçerli. Çünkü karanlık noktalar var hala darbe konusunda aydınlatılmamış, aydınlatılmalı. İşte bu iş de şuan onların sorumluluğunda. Ne kadar yaptıkları da şüpheli.


O telefon ve Tijen Karaş

15 Temmuz gecesinin medya bağlamındaki sembol isimlerinden biri hiç şüphesiz o dönem Doğan TV(Kanal D-CNN Türk) Ankara Temsilcisi olan, şimdilerde de Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi ve yazarlığı yapan meslek büyüğümüz Hande Fırat’ın meşhur telefonu artık sergilenmek üzere Atatürk Havalimanı’ndaki Hafıza 15 Temmuz Müzesi’ne konuldu. Bir gazeteci olarak bundan büyük gurur ve başarı olamaz herhalde. Ama gerçekten hakkını teslim edelim darbeyi engelleyen o telefon ve Hande Fırat olmasa, bugün daha farklı şeyler konuşuyor olabilirdik. Ve aynı gazetecilik idealiyle vitrinde başarılı bir şekilde ilerlemeye devam ediyor ve edecektir de. Bir diğer sembol isim, yine meslek büyüklerimizden TRT spikeri Tijen Karaş hanımın da şuan neler yaptığını merak ediyorum. Acaba ekrana veya en azından gazeteciliğe dönmeyi düşünmüyor mu kendileri? Tabii kolay bir şey değildi o gece yaşatılmaya mecbur bırakıldığı korku. Bir kadına zorla darbe bildirisi okutmak, hangi aklın ürünüdür böylesi bir canilik düşündükçe insanın içi ürperiyor. Ama o üniformalı teröristler o gece bunu bile yapacak hatta kendi vatandaşını ona emanet edilen silahla vuracak kadar alçaldılar. Bütün bunları niye hatırlatıyorum çünkü birliğimizin pekişmesi gerektiğinin kanıtıdır. Tijen hanım çok fazla medyaya yansımıyor ama yansıyandan gördüğüm, katıldığı konferanslarda en azından o geceki tecrübeleri ve gazeteciliğiyle birlikte birlik olgusunu bizlere hatırlatıyor. Kendisiyle ve Hande Fırat hanımla tanışıp bir gün söyleşi yapmayı çok isterim. Kendine inandığı gün kaldığı yerden bu onurlu mesleğe devam edecektir diye düşünüyorum. Bütün bunlardan yola çıkarak ana fikrimiz şudur ki; birliğimizi bozacak, birlik olgumuzu zedeleyecek tavır, söylem ve uygulamalardan vazgeçmek, milli ve ortak değerlerimizi 81 milyon ortak paydada bölüşmek suretiyle savunmak ve sahiplenmek, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün belirttiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilelebet payidar kalması için elzemdir.

Muhammet YILMAZ

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Politik Eksen: Karanlıktan Aydınlığa Bir Gece


KARANLIKTAN AYDINLIĞA BİR GECE

Hatırlıyorum; güzel, berrak bir hava hâkimdi dışarıya. O güzel geceyi, gökten yükselen F-16 sesleri ve İstanbul Boğazı ve sokaklarıyla Ankara caddelerini talan eden tanklar doldurmuştu birdenbire. İşte benim yaşadıklarımla birlikte o geceyi özetleyerek başlayalım; Ben tabii o gece yoğun geçen bir eğitim sezonunun yorgunluğunu atmak için bir ay öncesinden memleketim Ordu Fatsa’ya gitmiştim. Evimde yakınlarımla sohbet edip çay içtikten sonra erkenden uyumaya gittim. Gece yarısına doğru annem kaldırdı “Oğlum kalk darbe oluyor” diye. O sözü hiç unutmam, kulaklarımı çınlatmıştı. Uyku sersemi bir şekilde “Saçmalama anne hangi devirde yaşıyoruz, bu dönemde darbe mi olur” gibisinden bir şey söylemiştim. Herkes aslında aynı şeyi düşünüyordu. Yılın bu zamanında darbe mi olurdu? Ama televizyona baktığımda ben de inandım. Gerçekten de ülke karışmış, asker içindeki hain bir grup, yani açıkça ifade edersek üniformalı teröristler darbe yapmaya kalkışmışlardı. Babam annemden helallik alarak dışarıya çıkmıştı çok öncesinde. Her şeyi hesaplamışlar, hemen hemen bütün stratejik noktalara F-16’larla bombalar yağdırmak suretiyle saldırı düzenlediler. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar ve beraberindekiler darbeci askerler tarafından Akıncı Üssü’nde rehin alındı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaldığı Marmaris’teki otele saldırdılar. Neyse ki MİT ve Genelkurmay saatler öncesinden ters giden bazı şeyler olduğunu anlamış, devletin zirvesini bilgilendirmişti. Bu sayede Cumhurbaşkanı kurtulmuş oldu. Bunu öğrenen darbeciler gece yapacağı darbeyi öne çekti, çok şükür ki başarılı olamadı. Çünkü bir şey unutulmuştu; milletin dirayeti ve feraseti. Ayrıca kırılma noktası dediğimiz olay gerçekleşmiş, bütün engellemelere rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan CNN Türk’e çıkarak sesini halka duyurmayı başarmıştı. Halk bu çağrıyla ayaklanarak 15 Temmuz Şehitler Köprüsü(O dönemki adıyla Boğaziçi Köprüsü), Atatürk Havalimanı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, TRT binası gibi noktalara yöneldi. Kimisi orada şehit düştü, kimisi kolunu bacağını bıraktı ancak vatanı bırakmadı. Biliyorlardı ki bu vatan bizim, hepimizindi. Sabah olduğunda Türkiye aydınlık bir güne uyanmaktaydı. Darbe bastırılmış, işgalci teröristlere hadleri bildirilmişti. O gün bugündür karanlıktan aydınlığa bir gece olarak kayıtlara geçen 15 Temmuz, ülkemizde Demokrasi ve Milli Birlik Günü olarak kutlanmakta, o günü büyük bir ihanet gecesinden muhteşem bir demokrasi zaferine dönüştüren 250 şehidimiz saygıyla yâd edilmekte. Aralarında Erol Olçok, Abdullah Tayyip Olçok, Ömer Halisdemir gibi yiğitlerin bulunduğu o kahraman şehitlerimiz tarihe birer kahraman olarak geçti. O gece bize kâbusu yaşatan üniformalı teröristler de o gün itibarıyla tarihin tozlu sayfalarında birer hain olarak yerlerini aldı.

15 Temmuz’u anlamak

15 Temmuz’u gecesiyle, gündüzüyle ve de sonrasıyla iyi anlamak gerekiyor. Özellikle benim gibi genç, dolayısıyla geçmişteki yaşanmış örnekleri canlı canlı görmemiş olan nesil için ibret olacak bir hadiseden söz ediyoruz. Bombalara kendini siper etmiş, tankların altına yatarak darbe engellemiş, haftalarca ülkesi için demokrasi nöbeti tutmuş bir millet emsali geçmişte veya başka ülkede yok. Ve önemli bir diğer nokta da, bu gecenin tahlilini doğru yapmak ve devlet içindeki kirli yapıyı temizlemek adına atılacak adımları hesaplı atmak gerekti. Lâkin tam da bu noktada hesap şaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle at izi it izine karıştı. Adil Öksüz, Emre Uslu, Zekeriya Öz, Sikorsky helikopterle kaçan sekiz terörist gibi hainler soluğu anında yurtdışında aldı. Yılanın başı, uzun yıllardan bu yana zaten yurtdışında. Olan masumlara oldu. Tabii kolay bir şey değil, zira 40-50 yıldır kendini açık etmemek suretiyle devlet içine sızmış bir yapılanmadan bahsediyoruz. Bakınız şuan hali hazırda yurdun çeşitli bölgelerinde bu ihanet şebekesine yönelik operasyonlar devam ediyor. Gel gör ki temizlik bitmediği gibi halkın bu operasyonlara duyduğu güven sarsıldı. Çünkü bu örgütün ismiyle herkes birbirini ihbar edip damga yapıştırır hale geldi zaman içinde. Cezaevine bu sebeple girenlerin haddi hesabı yok. Ayrıca yıllar geçtikçe terör vs. gerekçelerden ötürü ne kadar kutuplaştığımızı da unutmamak gerek. Bu nedenledir ki bundan sonraki süreçte 15 Temmuz’un idrakini doğru yapmak son derece önemli.

Zaman birlik zamanı

Gelelim bugüne; bugün 15 Temmuz’un üçüncü yılına beş yılda tam altı seçim geçirmiş, bu seçimlerden dolayı oluşan ve neredeyse keskin denilebilecek çizgilerle ayrılmış toplumlar, partiler şeklinde giriyoruz. Bu yüzden gerçek anlamda bir birlik sağlanıp sağlanamayacağı konusunda şüphelerim var. 15 Temmuz’un şu iki üç yıl içinde siyaseten veya başka şekillerde farklı yönlere çekildiğini görüyorum. Zamanın birlik zamanı olduğunu unutmamak lâzım. Meselâ sarayın 15 Temmuz’u, milletin 15 Temmuz’u gibi sınıflandırmalar yanlış. 15 Temmuz bir tanedir ve o da herkesin darbeden demokrasi zaferine dönüş kabul ettiği 15 Temmuz’dur. Bir başka örnek de meydan, otogar vb. yerlerin 15 Temmuz ismi verilmesi birilerini rahatsız ediyor gibi. Efendim neymiş, başka isim mi yokmuş vs. Neden rahatsız oluyorsunuz? Bunu söyleyenler bence 15 Temmuz’u anlayamamış, ya da geçmişteki kontrollü darbe, tiyatro gibi asılsız ve son derece çirkin söylemlere kendilerini inandırmışlar bana kalırsa. Külliye’nin önünden iki fotoğraf var kenarda, biri çukur fotoğrafı. Benim çektiğim bir F-16 bombasının bıraktığı iz. O izlerin milyonlarcasına göğüs gerdi bu millet, şehit oldu gazi oldu. Böylece bir vatan kurtuldu. Bu tip söylemler o şehitlere gazilere bir hakarettir, saygısızlıktır. Bugün milli meselelerde bile sağlayamadığımız birliği bu şekilde asla sağlayamayız. Yine Vahdettin Köşkü’nde sadece bir kısım medyanın davet edildiği, muhalif medyanın ayrı tutulduğu toplantılar yapmak milli birliğe aykırı bir duruş. Hele bütün medyanın ve gazetecilerin o gece iyi bir sınav verdiği göz önüne alınırsa. Bazıları o duruşu bozdu sonrasında ama o ayrı bir mesele. İşin özü şudur; madem demokrasi diyoruz, milli birlikten beraberlikten söz ediyoruz, bunları bu kadar önemsiyoruz, gelin hep birlikte bugün itibarıyla 7 Ağustos Yenikapı mitingiyle başlayan fakat zaman içinde kaybolan milli birliktelik ve kardeşlik ruhunu yeniden canlandıralım. Siyaseten ayrı görüşlerimiz olabilir ve olacak da, ama terör gibi, güvenlik gibi milli konularda birbirimize değil hasmımıza kafa tutalım. Unutmayalım biz birlik olursak önümüzde kimse duramaz.

Muhammet YILMAZ

14 Temmuz 2019 Pazar

Yaşamın İçinden: Rigel Hocaya Açık Mektup

RİGEL HOCAYA AÇIK MEKTUP



Bilenler iyi bilir Prof. Dr. Nurdoğan Rigel, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünün, deyim yerindeyse emektarlarından biri. Benim de çok sevdiğim, değer verdiğim ve akademisyenler arasında ayrı bir yere koyduğum hocam. Şimdi tabii Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okumayan bilmez, nasıl İstanbul Üniversitesi’ndeki hoca senin hocalığını yaptı? Hemen anlatalım; dört yıl önce, ben henüz birinci sınıfın bahar döneminde iken Rigel hoca kısa dönem için 30 küsür yıldır görev yaptığı İstanbul Üniversitesi’nden ayrıldı ve iki akademik dönem için bize, yani Üsküdar Üniversitesi’ne transfer oldu. İşte o dönem benim de aralarında olduğum bütün Sosyolojiye Giriş dersi grupları onun hizmetine verildi. Nasıl bir iştahla dersine gittiğimi hatırlıyorum, en erken derse gelen öğrenci olduğum için en sevdiği öğrenciler arasındaki yerimi almıştım. Anlattıkları kitabi bilgilerin ötesinde, daha sıradışı bilgilerdi. Tabii normal bir sosyoloji dersinden farklı anlatımı karşısında şaşkınlığımı gizleyememiştim. Sonunda çok yüksek olmasa da gayet normal bir notla geçtim. Çünkü zor bir hocaydı Nurdoğan hoca. Ancak bilgiliydi ve idealist bir hocaydı, bilgimi ne kadar çok öğrencimle paylaşırsam bana o kadar kâr anlayışını benimsemişti Prof. Dr. Nurdoğan Rigel hoca. Bakın ben o zorluğu tekrar yaşamak için inanınız neler vermezdim. Çünkü hocalığıyla birlikte insanlığını da sevdik biz Nurdoğan hocamızın. Hâtta giderken hocam gitmeyin burada devam edin diye ne kadar istemiştik. Tabii hocamız özel bir bağla bağlıydı İstanbul Üniversitesi’ne ve oradaki öğrencilerine, bu yüzden orada devam etmeyi tercih etti. Gelin görün ki kıymetli hocamıza hiç hak etmediği darbeyi evim dediği yerdeki biri vurdu. Hem de incir çekirdeğini doldurmayan bir gerekçe gösterilmek suretiyle. Özetle anlatmaya çalışalım; Savash Porghamrezaeieh isimli biri güya notu beklediğinden düşük gelmiş diye Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurarak kâğıdının incelenmesini talep etmiş. Mahkeme hocamızı haksız buldu ve iyi hal indirimiyle 5 yıl ertelemeli 5 ay hapis cezası verdi. Rigel hocamızın avukatı hükme itiraz ettiklerini açıkladı fakat temyiz sonucu ne kadar zaman sonra çıkar bilemeyiz. Fakat hocamızın düşürüldüğü durumun ne kadar üzücü olduğunu ve beni ve benim gibi birçok öğrencisini ne kadar yaraladığını belirtmek isterim. Adaleti sağlamakla yükümlü yüksek mahkemeye benim naçizane bir çağrım var; gelin bu yanlışa ortak olmayın, yaptığınız yanlıştan dönün adalete kulak verin. Orası olmadıysa da en baba mahkememiz Yargıtay, bu adaletsiz kararı enine boyuna değerlendirmeli ve bozmalıdır.

Yanınızdayız hocam

Ben hep tabii yazı yazarken tarafsızlık vurgusu yaparım fakat benim tarafsızlığım siyaseten veya başka bir şekilde hiçbir görüşe bağlanmamakla ilgili. Yani doğrunun yanında yanlışın karşısında her zaman tarafımdır. Aynı şekilde adaleti savunma ve haksızlığa karşı durmak için de sonuna kadar taraf olurum. Burada da sırf dersini aldığım ve tanıdığımdan dolayı değil, ne kadar dürüst olduğunu bildiğim ve kimseye bilerek düşük not veren bir hoca olmadığını iyi bildiğim için Nurdoğan Rigel hocamın yanındayım. O mahkemeden çıkan kararın kesinlikle adaleti sağladığına inanmıyorum. Bugün o kararı veren mahkeme heyeti, yarın kendi vicdanına hesabını verebilecek mi bu haksızlığın? O yüzden yetiştirdiğiniz birçok öğrencinizden biri olarak arkanızda ve yanınızdayım hocam.

Adalet yerini bulacaktır

Kendinizi sakın ola ki üzmeyiniz Nurdoğan hocam. Emin olunuz ki adalet geç de olsa elbet yerini bulacaktır. İçinizi ferah tutunuz. Ben ve diğer birçok Üsküdarlı mezun dostlarım, İstanbul Üniversiteli öğrencilerinizle birlikte bu haksızlığın karşısında durmaya devam edeceğiz. Bizi iyi bir şekilde yetiştirmek için nasıl çalıştığınızı, nasıl kendinizi hırpaladığınızı biz biliyoruz. Bakınız yargının vermiş olduğu bu karar birçok öğrencinin vicdanının kanamasına sebep olmuştur. Dün ve bugün birçok öğrenci Nurdoğan hocaya sahip çıkmak adına gösteriler düzenliyorsa neden? Çünkü kimse inanmıyor. Akademisyenin bir derste kanaat kullanmak suretiyle not değerlendirmesi yapması kadar doğal bir şey olamaz. Kaldı ki Prof. Dr. Nurdoğan Rigel hocamızın bilerek ve isteyerek böyle bir şey yaptığını ve bu yüzden görevi kötüye kullandığını öne sürüyorlar. Külliyen yalan ve kuru bir iftiradan öte bir şey değil. Onun için Nurdoğan hocam şu sözlerle bitireyim; devam ediniz ve yılmayınız. Yargımıza sesleniyorum, bu ülkenin kıymetli bir akademisyeninin daha kaybına sebep olmayınız. Unutmayın adalet, er ya da geç de olsa sizlerin sayesinde yerini bulacaktır.

Muhammet YILMAZ