30 Haziran 2019 Pazar

Yaşamın İçinden: Yalnızlaşıyoruz


YALNIZLAŞIYORUZ

Dünyanın her gün daha ileriye gidişi ve teknolojinin sürekli kendini güncellemesine ve devamlı olarak yükselmesine mütevellit, yalnızlaşıyoruz. Öyle ki kapitalist sistemin dünyaya hakim olması, teknolojinin küçülüp ceplere kadar girmesi sonucu önce devletler içlerine çekilmeye başladı, sonra toplumlar ve arkadaş ortamları giderek parçalanmak suretiyle küçüldü ve en sonunda hemen hemen hiç kalmadı gibi. Somutlaştırarak anlatmaya çalışalım; eskiden devlet politikaları da küresel bir güç olup dünya siyasetinde söz sahibi olmaktı. Fakat bugün bakıyorsunuz politikalarda 1800 derece değişim dönüşüm söz konusu. Artık herkes kendi içinde bir güç olmak istiyor ve sınırlarını duvarlar örerek kapatıyor. Yani küresel güç olgusu artık herkesçe bir tehdit olarak görülmekte, duvarların öte tarafındaki her şey bir tehlike arz etmekte bugünkü anlayışa göre. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, Trump dönemiyle birlikte kendi başına bir güç olma yolunda onlar açısından baktığımızda çok önemli adımlar attı. Uluslararası birçok antlaşmadan çekildi, şimdi de küresel örgütlerden çıkma hazırlığında gördüğüm kadarıyla. Ya da onları kendi hakimiyetine alma amacı güdüyor. Konuyla ilgili bir kitap da yazan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile 2018 yılı Kasım ayında proje olarak hazırladığım gazete için özel bir röportaj yapma fırsatım oldu. O röportajın ilgili kısmından bir alıntı yapayım sizlere “Küreselleşme dünyanın düz olduğundan hareket ediyordu yani devletsel sınırları önemsiz kabul ediyorlardı şimdi devletsel sınırların çok önemli olduğundan bahsediyoruz. Devletler iktisadi ilişkilerinde birbirlerine tarifeler uyguluyor, kota koyuyor, gümrük duvarları çekiyor”. Arıboğan hoca; o eski dönemde küreselleşme ideolojisinin çekici güçlerinin devlet olmayan aktörler, çok uluslu şirketler, finans grupları, sivil toplum örgütleri ve organize suç örgütleri olduğunu, bugünü de dahil ettiğimiz süreçte ise devlet merkezinin yeniden güç kazanmaya başladığını ifade etmişti. Yani bütün bu anlattıklarımda hareketle sosyal devlet anlayışının yok olduğunu, ve bireyci devlet anlayışının önem kazandığını söylememiz mümkün olacaktır.

Bireyin yalnızlaşması

Devletlerin kendini nasıl yalnızlaştırdığı anlaşılmıştır sanırım. Şimdi gelelim devleti oluşturan ana unsurların yalnızlığına. Devleti oluşturan en temel unsur tabii ki de önce birey sonra da toplum. Bugün yeni medyanın hayatımızdaki yeri ve öneminin artmasıyla birlikte toplumlar parçalanıp küçüldü veya tamamen yok oldu; meydanlarda, sokaklarda ve caddelerdeki sohbet, muhabbet ortamları sanal ortamlara taşındı. Hâtta geniş ailelerin yerine alan çekirdek aileler bile parçalanarak tek kişilik çekirdek aile gibi yeni bir kavram literatüre girdi. Meydanlar ve caddeler bugün, heterojen yapıya sahip kuru kalabalıklardan başka bir şey değil. Yani toplumun önemli olduğu sosyal insan anlayışı yerine bireyci insan anlayışı dünyaya hakim artık. İnsan kendi dışındaki alanı psikolojik duvarlarla çevirmeye başladı. İçeride sadece teknoloji, sosyal medya vb. unsurların yer aldığı bir iç dünya oluşumu söz konusu. Buna bağlı olarak aidiyet duygusu zayıfladı, ekip çalışmaları ve birbirini tanıyan ya da az çok bilen kişilerin oluşturduğu homojen örgütlenmelerin yerini durağan bireysel tepkilerle birbiriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan heterojen örgütlenmeler yaygın hale geldi. Bu bir bakıma iyi bir şey ancak bireyin kendi çevresine yabancılaştırmaması orada yalnızlaştırmaması asıl mesele. Ekip çalışmaları ve arkadaş çevresi gibi ortamlardan soğumadan kalabilmeyi sağlamak gerekir.

Yalnızlık mutsuzluğu artırıyor

Bakınız konuyla ilgili bazı veriler paylaşmak istiyorum sizinle. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre; Türkiye’de 2014 yılında 3,6 kişi olan ortalama hane halkı büyüklüğünün azalma eğilimi göstererek 2018 yılında 3,4 kişi olduğu görülmüş. Aynı araştırmaya göre ülkemizde tek çekirdek aileden oluşan hane halklarının oranı, 2014 yılında yüzde 67,4 iken 2018 yılında yüzde 65,3 olmuş. Tek kişilik hane halklarının oranının ise 2014 yılında yüzde 13,9 iken 2018 yılında yüzde 16,1’e yükselmiş. Ve araştırmalar bireylerin hali hazırda aileleriyle mutlu olduğunu gösteriyor. Teknoloji bağımlılığı sonucu oluşan yalnızlık, mutsuzluğu tetikleyen etkenler arasında. Yaşam memnuniyeti araştırması sonuçları; 18 ve üzeri yaştaki bireyler arasında kendilerini en fazla ailelerinin mutlu ettiğini belirtenlerin oranının 2018 yılında yüzde 74,2 olduğunu, bu oranın yüzde 78,7’sini erkeklerin yüzde 69,7’sini kadınların oluşturduğunu göstermekte. Dahası da var ama bu kadarı ne kastettiğimizi anlatmak adına sanırım yeterli olur. Velhasıl kelâm parçalanıyor, yalnızlaşıyoruz; yalnızlaştıkça mutsuzlaşıyoruz. Ve inanınız buna bağlı oluşan bunalım, stres ve kaygı bozukluğu vs. durumların artması söz konusu. Dikkatli olmak gerek.

Muhammet YILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder