YALNIZLAŞIYORUZ

Dünyanın her
gün daha ileriye gidişi ve teknolojinin sürekli kendini güncellemesine ve
devamlı olarak yükselmesine mütevellit, yalnızlaşıyoruz. Öyle ki kapitalist
sistemin dünyaya hakim olması, teknolojinin küçülüp ceplere kadar girmesi sonucu
önce devletler içlerine çekilmeye başladı, sonra toplumlar ve arkadaş ortamları
giderek parçalanmak suretiyle küçüldü ve en sonunda hemen hemen hiç kalmadı
gibi. Somutlaştırarak anlatmaya çalışalım; eskiden devlet politikaları da
küresel bir güç olup dünya siyasetinde söz sahibi olmaktı. Fakat bugün
bakıyorsunuz politikalarda 1800 derece değişim dönüşüm söz konusu.
Artık herkes kendi içinde bir güç olmak istiyor ve sınırlarını duvarlar örerek
kapatıyor. Yani küresel güç olgusu artık herkesçe bir tehdit olarak görülmekte,
duvarların öte tarafındaki her şey bir tehlike arz etmekte bugünkü anlayışa
göre. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, Trump dönemiyle birlikte kendi
başına bir güç olma yolunda onlar açısından baktığımızda çok önemli adımlar
attı. Uluslararası birçok antlaşmadan çekildi, şimdi de küresel örgütlerden
çıkma hazırlığında gördüğüm kadarıyla. Ya da onları kendi hakimiyetine alma
amacı güdüyor. Konuyla ilgili bir kitap da yazan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan
ile 2018 yılı Kasım ayında proje olarak hazırladığım gazete için özel bir
röportaj yapma fırsatım oldu. O röportajın ilgili kısmından bir alıntı yapayım
sizlere “Küreselleşme dünyanın düz olduğundan hareket ediyordu yani devletsel
sınırları önemsiz kabul ediyorlardı şimdi devletsel sınırların çok önemli
olduğundan bahsediyoruz. Devletler iktisadi ilişkilerinde birbirlerine
tarifeler uyguluyor, kota koyuyor, gümrük duvarları çekiyor”. Arıboğan hoca; o
eski dönemde küreselleşme ideolojisinin çekici güçlerinin devlet olmayan
aktörler, çok uluslu şirketler, finans grupları, sivil toplum örgütleri ve
organize suç örgütleri olduğunu, bugünü de dahil ettiğimiz süreçte ise devlet
merkezinin yeniden güç kazanmaya başladığını ifade etmişti. Yani bütün bu
anlattıklarımda hareketle sosyal devlet anlayışının yok olduğunu, ve bireyci
devlet anlayışının önem kazandığını söylememiz mümkün olacaktır.
Bireyin
yalnızlaşması
Devletlerin
kendini nasıl yalnızlaştırdığı anlaşılmıştır sanırım. Şimdi gelelim devleti
oluşturan ana unsurların yalnızlığına. Devleti oluşturan en temel unsur tabii
ki de önce birey sonra da toplum. Bugün yeni medyanın hayatımızdaki yeri ve
öneminin artmasıyla birlikte toplumlar parçalanıp küçüldü veya tamamen yok
oldu; meydanlarda, sokaklarda ve caddelerdeki sohbet, muhabbet ortamları sanal
ortamlara taşındı. Hâtta geniş ailelerin yerine alan çekirdek aileler bile
parçalanarak tek kişilik çekirdek aile gibi yeni bir kavram literatüre girdi.
Meydanlar ve caddeler bugün, heterojen yapıya sahip kuru kalabalıklardan başka
bir şey değil. Yani toplumun önemli olduğu sosyal insan anlayışı yerine bireyci
insan anlayışı dünyaya hakim artık. İnsan kendi dışındaki alanı psikolojik
duvarlarla çevirmeye başladı. İçeride sadece teknoloji, sosyal medya vb.
unsurların yer aldığı bir iç dünya oluşumu söz konusu. Buna bağlı olarak aidiyet
duygusu zayıfladı, ekip çalışmaları ve birbirini tanıyan ya da az çok bilen
kişilerin oluşturduğu homojen örgütlenmelerin yerini durağan bireysel
tepkilerle birbiriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan heterojen örgütlenmeler
yaygın hale geldi. Bu bir bakıma iyi bir şey ancak bireyin kendi çevresine
yabancılaştırmaması orada yalnızlaştırmaması asıl mesele. Ekip çalışmaları ve
arkadaş çevresi gibi ortamlardan soğumadan kalabilmeyi sağlamak gerekir.
Yalnızlık
mutsuzluğu artırıyor
Bakınız konuyla
ilgili bazı veriler paylaşmak istiyorum sizinle. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt
Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre; Türkiye’de 2014 yılında 3,6 kişi olan
ortalama hane halkı büyüklüğünün azalma eğilimi göstererek 2018 yılında 3,4
kişi olduğu görülmüş. Aynı araştırmaya göre ülkemizde tek çekirdek aileden
oluşan hane halklarının oranı, 2014 yılında yüzde 67,4 iken 2018 yılında yüzde 65,3
olmuş. Tek kişilik hane halklarının oranının ise 2014 yılında yüzde 13,9 iken
2018 yılında yüzde 16,1’e yükselmiş. Ve araştırmalar bireylerin hali hazırda
aileleriyle mutlu olduğunu gösteriyor. Teknoloji bağımlılığı sonucu oluşan yalnızlık,
mutsuzluğu tetikleyen etkenler arasında. Yaşam memnuniyeti araştırması
sonuçları; 18 ve üzeri yaştaki bireyler arasında kendilerini en fazla
ailelerinin mutlu ettiğini belirtenlerin oranının 2018 yılında yüzde 74,2 olduğunu,
bu oranın yüzde 78,7’sini erkeklerin yüzde 69,7’sini kadınların oluşturduğunu
göstermekte. Dahası da var ama bu kadarı ne kastettiğimizi anlatmak adına
sanırım yeterli olur. Velhasıl kelâm parçalanıyor, yalnızlaşıyoruz;
yalnızlaştıkça mutsuzlaşıyoruz. Ve inanınız buna bağlı oluşan bunalım, stres ve
kaygı bozukluğu vs. durumların artması söz konusu. Dikkatli olmak gerek.
Muhammet YILMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder