6 Kasım 2023 Pazartesi

Politik Eksen: Zulmün İstisnası Olmaz

 ZULMÜN İSTİSNASI OLMAZ

Filistin’de yaklaşık 60-70 yıldır sistematik olarak sürdürülen İsrail zulmü, 7 Ekim’de Hamas’ın yoğun roketli saldırılarıyla resmen başlattığını duyurduğu “Aksa Tufanı” operasyonuyla bambaşka bir boyut kazandı. Duruşlar hiç olmadığı kadar keskinleşti, İsrail zulmü tarihte belki de olabilecek en vahşi halini aldı. Şu anda herkesin gözleri önünde bence en hafif tabirle bir insanlık dramı yaşanıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ilk kez TV ekranında katıldığı TRT yayınında “Biz bu durumun bir yerden patlak vereceğini biliyorduk” minvalinde bir açıklamada bulunmuştu. Nitekim öyle oldu da. Fakat kısa vadede baktığımızda artık bir ayını dolduran bölgedeki durum karşılıklı bir savaştan çok tek taraflı bir katliama dönüşmüş durumda. Mesele kendilerine yönelen en ufak bir tehdit olduğunda bile büyük bir zulümden geri durmayan kan emici vampir İsrailli yöneticilerin yüzleri artık tamamen boş bakıyor ve kimseye aldırış etmeden her gün binlerce sivili katlediyor. Batı her zaman olduğu gibi sessiz, sesi çıkaran ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin yöneticileri ise İsrail’e destek vermek için sıraya girmiş vaziyetteler. Şu geride kalan birkaç haftada ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın “Bir Yahudi olarak” ziyareti sonrası Joe Biden, Rishi Sunak, Olaf Scholz, Emmanuel Macron sırayla İsrail’in barbarlığını savunma yarışına girdiler. Ki ABD’nin, Orta Doğu’da PKK/YPG ile birlikte kullandığı taşeronu olan İsrail’e desteği hiçbir zaman değişmemişti. 10 sene önce Obama ve avanesi de “İsrail’in kendini savunma hakkı var” diyordu şimdi Biden ve şurekası da aynı cümleleri sarf ediyor. Arap ülkeleri deseniz çoktan darbeler ve iç karışıklıklarla ABD’ye bağımlı yönetimler haline gelmişler. Güçleri yetmiyor ve çıkardıkları ses de oldukça sınırlı bir tepkiden öteye gitmiyor. Dünyadaki pek çok aktörün istisna ve hukuktan muaf kabul ettiği İsrail zulmü karşısında uluslararası hukuk kurumlarının da artık iflas ettiği ortamda geriye ne kalıyor derseniz tek ve oldukça kıymetli bir seçenek var. O da son dönemde içeride ve dışarıda her türlü saldırıya maruz kalmasına rağmen büyüyen, yükselen ve kendisiyle birlikte Türk dünyasını da ayağa kaldıran güçlü bir Türkiye. Bu işi çözersek biz çözeriz. Nasıl ki Rusya-Ukrayna Savaşı’nda iki tarafı diplomatik olarak bir araya getirip bir adım atmaya çalışıp ve geçici de olsa tahıl koridoru çözümünü ürettiysek Filistin’in özgürlüğü ve İsrail’in zulmünün sona erdirilmesini er veya geç Türkiye ve Türk’ün güçlü iradesi sağlayacak gibi görünüyor. Çözmeliyiz çünkü bu vicdanen yaramızı kanatan bu zulmün sona ermesi ve iki devletli çözümün sağlanması Türkiye’nin stratejik güvenliği açısından da son derece önemli. Zulmün nedeni, niçini, istisnası veya muafiyeti olmaz. Mutlaka bir yaptırımı olmalı.

Bölgesel savaş olmamalı

Tabii genel tespitlerimde Körfez ve Arap ülkelerinin tepki ve eylemlerinin son derece zayıf kaldığını yazdım lakin bu vahşet daha da sürerse Orta Doğu’nun bütünüyle karışabileceği, pek çok askeri analistin de dikkat çektiği bölgesel bir savaşla karşılaşabilme ihtimalini de göz ardı etmemek gerek. Nitekim buna ilişkin bir emare geçtiğimiz günlerde ortaya çıktı. Lübnan’da faaliyet gösteren ve arkasında ciddi de bir halk desteği barındıran Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada “Savaşa 8 Ekim’den bu yana dahil olduk” demiş ve gözünü katliamın asıl çıbanbaşı olduğunu iddia ettiği Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgedeki üslerine dikmişti. Şu aşamada Hizbullah gördüğümüz kadarıyla kendisine doğrudan bir tehdit olmadığı sürece İsrail’e resmen savaş ilan etmeyecek. Çünkü şu an Gazze’ye yönelik kara harekatına yoğunlaşan İsrail’i bu tarafa da çekmesi kendisiyle birlikte içinde bulunduğu Lübnan ve Suriye, İran, Irak gibi diğer bölge aktörlerinin işine gelebilecek bir durum değil. Ancak İsrail ile Hizbullah arasında şu dönemde küçük çaplı da olsa belli çatışmaların yaşandığını ve karşılıklı kayıpların verildiğini de görmekteyiz. Bunun ileride bölgesel bir savaşı tetiklemeyeceğinin bir garantisi yok. Çünkü hukuken sınır bildirmemiş bir taşeron örgüt devletinin bugün Gazze’ye yaptıklarını yarın Ürdün’e, Suriye’ye taşıyabileceğini de şimdiden öngörmek gerekir.

Vicdanları susturamazsınız

Orta Doğu ve Arap ülkelerinin İsrail’e karşı daha aktif çalışma yürütmesi ve bölgede barışın sağlanması için Türkiye ile hareket etmesi gerektiği aşikar. Türkiye bu konuda şu an için masum sivilleri de göz önünde bulundurarak net bir tavır ortaya koysa da dengeli hareket etmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk anda yaptığı itidal çağrısı dikkate alınmayınca, İsrail’e karşı yavaş yavaş ses yükseltti, sonunda devlet gibi değil örgüt gibi hareket ettiği yönünde görüş bildirerek Filistinlilere sahip çıkılması için çalışmalar yapmaya, diplomatik imkanları sabırla zorlamaya başladı ve hala bunun için yoğun bir trafik yürütüyor. Ve her ne kadar Batılı devletleri yönetenler “Halklarımızla İsrail’in yanındayız” şeklinde konuşsalar da gerek Batı kamuoyu gerekse de İsrail kamuoyunda bile bu olaya yönelik ciddi tepki sesleri yükseliyor. Ne yaparlarsa yapsınlar vicdanları susturamazlar. Nasıl ki İstanbul’da milyonlarca kişi Atatürk Havalimanı’nda ellerinde Filistin ve Türk bayraklarıyla ortak bir vicdani tavır ortaya koydularsa benzer tablolar Paris’te, Londra’da, Washington DC’de, Tel Aviv’de de yaşanıyor. Bu seslere ne biber gazı işler ne de cop darbesi. İnanıyorum ki vicdanın sesi sonunda galip gelecek. Biz bu zulmü bitireceğiz.

Muhammet YILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder