23 Ocak 2020 Perşembe

Yaşamın İçinden: Sosyal Medya, Bilinç ve Kültür


SOSYAL MEDYA, BİLİNÇ VE KÜLTÜR

Sosyal medya gerçekten ilginç bir psikoloji. Kimse üzerine alınmasın ama bazı insanlar orada kendi benliğini bırakıp bambaşka biri olup çıkıveriyorlar. Öyle ki gerçek dünyada birbirini tanıyan kişilerin bile orada zaman zaman kendileri arasında farklı davranışlar ve diyaloglar içinde olduğunu, oradan çıkılıp gerçek dünyaya dönüldüğü vakit sanki hafızalarının silinmiş, hiçbir şey olmamış gibi hayatın devam ettiğini görüyorsunuz. Ki ben bunu çok kez yaşayarak görmüş bir kardeşinizim. Eminim çevrenizde örnekleri de vardır. Buraya kadar anlattıklarım bile aslında sosyal medya kullanımının nasıl olması gerektiği konusunda bizlere ana fikri veriyor gibi. Ama biz yine de detaylandıralım. Bilinç, elbette pek çok şey hatta belki de her şeyde olduğu gibi sosyal medyada da öne çıkarılması gereken bir husus. Ama sözde değil özde bir bilinçten bahsediyorum. Sosyal medyada ne paylaşıyoruz? Neyi nasıl paylaşıyoruz? Ne maksatla paylaşıyoruz? Kimlerle neden ve hangi amaçlarla takipleşiyoruz? Bu ve bunun gibi pek çok soruyu kendimize sorup hızlıca tatbik etmek suretiyle sosyal medyada adımlarımızı atmak gerekli. Oradaki psikolojiyi doğru yönlendirirsek şayet, o zaman sosyal medyayı bilinçli kullanmış oluruz. Mesela gerçek anlamda sosyal medyayı kullanmak yeri geldiğinde çevremizin genişlemesini sağlayabilir. Kendimden örneklendirerek anlatayım; Ben yalnızca Twitter ve Instagram kullanıyorum. Ama ne keyif için ne de hoş vakit geçirmek için. Sadece gazeteci olduğumdan dolayı kitlelere daha rahat ulaşmak amacıyla kullanıyorum. Ve takip edenler bilir genellikle komik durum, gülünç durumdan ziyade gerçekliği, içimde hissettiğim gerçek duygularımı ve düşüncelerimi paylaşırım. Elbette ki takip eden kitleyle hoş vakit geçirmek için de kullanıyorum. Bazen tanımadığım kişilerden istekler geliyor ya da ben yolluyorum doğal olarak, onları da kabul ettiğim oluyor. Neden çünkü çevre edinmek için. Tabii kızdığımız, üzüldüğümüz şeyler var; takibe geri takip yapmamak, beğeni ve yorumlara geri dönmemek, uzun süre takipleştiğin arkadaşın seni engelliyor veya takipten çıkarıyorsa sen de bir yandan sebebini merak ederken diğer yandan aynı şeyi yapıyorsun. Benim de yaşadığım bir şey ve inanın ne olduğunu çözemediğim garip bir psikolojik durum.

Doğrudan bilinçaltına hükmediyor

Sosyal medya bütün bu yönleriyle doğrudan bilinçaltına hükmeden bir olgu bana kalırsa. Ben bir sosyal medya uzmanı değilim. Ama yeni medya okumuş, dolayısıyla işin ehli diyebileceğim akademisyen hocalarım sayesinde sosyal medyayı kendimce biraz olsun çözmüş biriyim. Aslında biz orada bir şey yapmıyoruz, sosyal medya bize yaptırıyor, bizi yönlendiriyor. Biz orada bağımsız değiliz diye düşünüyorum. Esas orada bağımlı hale geliyoruz, oradan çıktığımızda kendi dünyamızda özgürleşiyoruz. Bakın bu kardeşiniz bunları da yaşayarak tecrübe etmiş birisi genç yaşında. Uzman akademisyenler de söylüyor “Sosyal medyada her şeyi paylaşmayın” diye. Kişi kendini rahat hissedecekse veya bir amacı varsa sosyal medyayı kullanmalı. Ve işin en önemli tarafı bilinçli olarak kullanmalı.

Sosyal medyanın kültürü

“Sosyal medyanın da bir kültürü olur mu?” demeyin, olur kardeşim. Hatırlarsınız burada “Eleştiri Kültürü” başlıklı bir yazı da kaleme aldım. Orada eleştirinin kültüründen bahsetmiştim. Doğru ve bilinçli kullanıldığı zaman sosyal medya bir medeniyet kaynaşmasını bile sağlayabilir. Birbirini tanımayan iki insan takipleşip seviyeli bir iletişim kurdukları takdirde bu yönde bir kültür ifade etmez mi? Bu sadece bir örnek bu arada daha başka pek çok şekilde sosyal medya kültürü sağlanabilir. Eleştirirken karşımızdakine saygısızlık yapmadan, saygı çerçevesinde durarak iletişimi sağlamak yine duruma başka bir örnek. Ancak insanlar bu görüşe ne kadar katılıyor onu bilemem. Ya da ne kadar sağlamak ister? Bu ancak yaşayarak görülebilecek bir durum. Fakat şununla bitireyim en kötü kültüre sahip bir sosyal medya bile kültürsüz bir sosyal medyadan daha iyidir.

Muhammet YILMAZ

17 Ocak 2020 Cuma

Yaşamın İçinden: Haberin Peşinde Bir Ömür


HABERİN PEŞİNDE BİR ÖMÜR

Mehmet Ali Birand. Doğrunun izinde, haberin peşinde bir ömürdü onun ömrü. Sadece şu kelime bile onun hayatını açıklamak için yeterli gelebilir. O kadar büyük bir gazeteciydi Birand. Cesur, kendine güvenen, öğrencilerinin tabiriyle sorulamayanı soran gazeteciydi o. Büyük hizmetler yaptı Türk gazeteciliğine. Türkiye’de habercilik, onun gazeteciliği döneminde altın çağlarından birini yaşadı. Ne yazık ki tarihler 17 Ocak 2013’ü gösterdiğinde acı bir tesadüf nedeniyle, pankreas kanseri tedavisi devam ettiği sırada gelişen bir komplikasyon sonucu kaybettik kendisini. Çok küçük yaşlarda haber izlemeye başlamış birisi olarak şunu söyleyebilirim ki çok haberci gördüm, ama hiçbirisi bir Mehmet Ali Birand etmedi benim gözümde. Hatırlıyorum, saatler 19.00’u gösterdiği vakit aileme derdim “Kanal D’yi açın, Mehmet Ali Birand başladı” diye. Hem ekran karşısındaki sempatikliğiyle, hem de işine gösterdiği ciddiyetle milyonları ekrana bağladı. Yapılamaz denen birçok şeyi yapmayı başardı. Uzun lafın kısası haber söz konusu ise hiçbir şeyden kaçmadı, aksine üzerine gitti. Bakınız ben sadece Kanal D’de çalıştığı son dönemlerinde onu izleme şansına sahip olmuş, nasıl haber sunduğunu izlemiş birisiyim. Ama yetinmedim hakkındaki belgeselleri izledim, kitaplarını okudum, yaptığı haberleri dikkatlice takip ettim. Bu şekilde öğrendim Birand nasıl bir gazetecidir, gazeteciliğe ne kadar değer verirdi, nasıl yapardı işini vs… Mehmet Ali Birand program olarak hazırlayıp sunduğu 32. Gün ile sadece bir program yapmadı veya sadece bugün gördüğümüz birçok gazeteciyi yetiştirmedi. Birand 32. Gün ile bir felsefe ortaya koydu. Nedir o felsefe derseniz gazetecilik felsefesi. Doğru haber nasıl yapılır, nasıl sunulur, nasıl suya ve sabuna dokunarak habercilik yapılır bunları ortaya koydu yaptığı haberler, programlar ve sunduğu bültenler ile. Bütün bu yönleri sebebiyledir ki o “Üstad Birand”dır. Gazeteciliğin son meslek üstadıdır. Türk gazeteciliği onun gibi birini daha bulabilir mi bilmiyorum, ama şunu biliyorum Mehmet Ali Birand, gerçek bir gazeteciydi. Bu yüzden Türk insanı onu çok sevdi ve her kesim onu iyi bir gazeteci olarak bildi.

Birand farkı

Bugün Mehmet Ali Birand’ın ölümünün 7. yıldönümü. Üstad aramızdan ayrılalı bugün tam 7 yıl olmuş. Birand’ın ölümünden sonra gelen gazetecilik anlayışı, ne yazık ki onun dönemindeki kadar parlak olmadı. Yapılan haberler onun yaptığı haberler kadar tat vermemeye başladı. Şimdi sorsanız sokaktaki vatandaşa “Haber izliyor musun?” diye yarısından fazlası ya “Hayır izlemiyorum” der ya da “Evet ama eski tadı yok haberlerin” der. Gerçekten eski tadı yok haberlerin. Birand haberlere kattığı tat ile de izleyiciyi ekran başına çekerdi saati gelince. Farklı haberleri en olmadık noktadan yakalayabilir ve en önemlisi haberin tarafsız yapılmasını sağlar ve sunardı. Bugün mesleğe kazandırdığı öğrencilerini de bu anlayışla yetiştirdi. Bazılarıyla tanışma şerefine nail olmuş biri olarak diyorum ki iyi ki o insanları tanımışım, iyi ki onlar gibi Mehmet Ali Birand’ın izinden gitmeyi hedef olarak seçmişim.

Özlem ve rahmetle anıyoruz

Mehmet Ali Birand sözde değil özde tarafsız bir gazeteciydi. Karşısındaki kim olursa olsun veya nasıl bir durumla karşılaşırsa karşılaşsın her zaman çözümü bulan, yılmayan bir gazeteci oldu. Soruları geri dönse de, zaman zaman engellerle karşılaşsa da bunlar ona bahane olmadı. İşte bu yüzden o Mehmet Ali Birand oldu ve bütün vatandaşların gönlünde taht kurdu. Bugün neden herkes onu iyilikle, saygıyla, minnetle ve rahmetle anıyorsa, ben de saygı, özlem ve rahmetle büyük meslek üstadımız sayın Mehmet Ali Birand’ı bir kez daha anıyorum. Mezarı başında söz verdiğim gibi onun izinden giderek bu mesleği yapacağım. Ruhu bir kez daha şad olsun.

Muhammet YILMAZ

10 Ocak 2020 Cuma

Politik Eksen: Basın Toplumun Aynasıdır

BASIN TOPLUMUN AYNASIDIR

Genç, yola yeni çıkmış ulusal bir ajansın yerel bir kolunda çalışıyorken verdiğim bir röportajda söylemiştim başlıktaki sözü. Basın toplumun aynasıdır. Toplumu aydınlatmanın en iyi yoludur basın. Basını olmayan bir millet aynasız bir eve benzer. Kendini göremeyen, görmek istediği gibi gören bir toplum ve devlet anlayışı oluşur. O ayna sayesinde zaman zaman kendimizi görüp tahlil etme, sorgulayarak değiştirme çabası içinde oluruz. Basın bu yüzden yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü bir kuvvettir. Evet, bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Bütün çalışan, çalışamayan yahut iş arayan gazetecilerin bugünü kutlu olsun. Bugüne bugün ben de o iş arayan gazeteciler kervanındayım. Her özel günün olduğu gibi bugünün de ayrı bir hikayesi var. İşte medyamıza yönelik tartışmalara geçmeden önce bugünün neden Çalışan Gazeteciler Günü olduğuna ilişkin medya üzerine yaptığım araştırmalardan derlediğim bilgileri sizlerle paylaşmak isterim. 10 Ocak 1961 yılında bugün adı 5817 sayılı Basın Kanunu olan; o dönem ise 212 sayılı “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun” Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kanun basın yayın organlarında çalışan gazetecilere geniş özgürlük, tazminat gibi birçok hak tanırken medya patronlarının birçok imtiyazını elinden alan bir nitelik taşımakta idi. Dolayısıyla kendi işlerine gelmeyen bu yasaya karşı içlerinde Falih Rıfkı Atay, Simavi kardeşler, Karacan ailesi, Ahmet Emin Yalman gibi medya patronlarının da aralarında bulunduğu dokuz patron bir araya gelmişler ve bir deklarasyon yayınlayarak üç gün gazete çıkarmama kararı almışlar. Buna karşın gazeteciler de boş durmayarak Basın isimli bir gazete ile patronlara karşılık vermişler. Gazetenin 11 Ocak 1961 tarihli manşeti gerçekten çok manidar; ‘Daima halkın hizmetindeyiz’. Bu olaydan dolayı Çalışan Gazeteciler Bayramı ilan edilen 10 Ocak, 1971 yılından sonra Çalışan Gazeteciler Günü olarak kutlanmaya başlandı. İşte gazeteciliğin gerçek amacı bu olmasına karşın Türkiye’de gerçek amacı bu olan gazeteciliği yapmak geçmişten bugüne neredeyse çok az mümkün olabilmiş. İşte gazetecilerin haklarına sahip çıktığı bir gün olması münasebetiyle bugün önemli bir gün gazeteciler adına. 

Medya-siyaset ilişkisi

Gazetecilik mesleği çoğu zaman medya-siyaset çizgisi üzerinde dönem dönem değişken bir hareket göstermek suretiyle gidip gelmiş. Bakınız Demokrat Parti iktidarının sonlarına bir bakmakta fayda var. O dönem kendisine yakın gazetelere imkanlar konusunda imtiyaz konusunda hiçbir şeyden kaçınılmazken muhalif medyaya tam tersi muamele gösterilmiş. Yani bugün gerçekleşen kutuplaşma ortamı esasında Türkiye’deki medyada yeni görülen bir şey değil.Zaman zaman medyanın dizayn ettiği bir siyaset anlayışı hakim olurdu, zaman zaman da siyasetin dizayn ettiği bir medya olurdu işin özü Türkiye’de. Örneğin eski başbakan Mesut Yılmaz’ın dönemin büyük medya baronu Aydın Doğan’ı evinde gizlice ziyaret ederken yakalandığı görüşmeyi mutlaka izlemiş, görmüş veya anlatılırken duymuşsunuzdur. Ben 2000’li yılların başındaki dönemi hatırlıyorum, bence en güzel zamanlarından biriydi Türk medyasının. Haberleri izlemeyi, tartışma programlarını takip etmeyi sevdiğim bir dönem. O dönem de medya baronları vardı fakat polemiklerde taraf olmayan, kutuplaşmamış, iktidarcı-muhalif diye ayrışmamış bir düzen hakim olduğu için herkes haberi farklı açılardan ama olduğu gibi verir etliye sütlüye karışmazdı. Yine öyle olmasını şuan hangimiz istemez ki?

Bugünkü anlayış

Bugünkü medya anlayışı pek çok vatandaş gibi beni de memnun etmiyor. Çünkü 17-25 Aralık süreciyle başlayan ve hali hazırda devam eden medyatik kutuplaşma bitecek gibi görünmüyor. Halk için habercilik anlayışı hemen hemen hiçbir medya kuruluşunda yok. Aradan sıyrılabilenler olsa da onlar bile çoğu zaman siyaset erklerinin etkisinde kalabiliyorlar. Bir de tabii gazetelerin ekonomik nedenlerden ötürü kapandığı bir dönemden geçiyoruz. Bunun adına dijital dönüşüm diyor basılı yayınlarını sonlandıran gazeteler ama ekonomik kriz kapıya gelince mi dijital dönüşüm akıllara geldi? Emin olun ayakta kalabilecek olsalar Türkiye’de basılı yayıncılığın sonu gelmez. Bakın pek çok nitelikli gazeteci işsiz kalıyor her geçen gün. Niye çünkü Türk medyası zaman geçtikçe küçülüp niteliğini kaybettiği için. Böyle giderse daha çok gazeteci işşizler kervanına katılacak, daha çok gazete kapanacak ve medyanın itibarı daha da düşecektir. Benden uyarması.

Muhammet YILMAZ