17 Mart 2025 Pazartesi

Sportif: "Bu Forma Benim Yüzüm" Diyorsan...

 “BU FORMA BENİM YÜZÜM” DİYORSAN…

 

Fenerbahçe’ye ya futbola ara vermek yaramıyor ya da birden fazla kulvarda mücadele etmek. Hangisi bilemiyorum, belki başka bir durum söz konusu ama tam form tuttu, işler rayına oturdu diye düşünülen yerde birden bir maç oluyor ki sarı-lacivertli takımı kimse tanıyamaz hale geliyor. İlk yarıdaki Samsunspor, Hatayspor maçları arasını ve öncesini hatırlayalım. Aralarda yaşanan derbi mağlubiyetleri ve ilk 6 sıradaki takımlara karşı kritik puan kayıpları büyük kırılmalara neden olmuştu. Tabii biraz şansın da yardımıyla bu kırılmalardan güçlenerek çıkmayı başarmıştı Fenerbahçeli futbolcularla teknik direktör Jose Mourinho ve ekibi. İkinci yarıya da zorlanarak başlayan ama bir şekilde sonuçları alarak eleştirilere rağmen şampiyonluk yarışına tutunabilen Fenerbahçe şimdi ise daha büyük bir kırılmanın eşiğinde. Önce Rangers’a karşı Avrupa’yı kaybetti, sonrasında ise evinde Samsunspor’a karşı kritik bir 2 puanı bırakarak yara aldı Bakalım bu kırılma neler getirecek ama hemen herkes artık Fenerbahçe’nin yarışta olmadığı fikrinde birleşti. Çünkü ligin boyu oldukça kısaldı ve toparlaması çok zor durum söz konusu. Benzer şeyleri Mourinho da düşünüyor olsa gerek ki şampiyonluk şansları için artık çok zor ifadesini kullanıyor. Kendisinin içinde de o umutsuzluk tohumları yavaş yavaş filizlenmeye başlamış. Üstelik saha dışında ciddi bir mücadele verdiğini ifade eden yönetimin elini de iyice zayıflatmış oldu futbolcular ve teknik heyetin bu kötü futbolu ortaya çıkaran performansı. Samsunspor maçının ardından Mert Hakan’ın sözlerine ve yüz ifadelerine bakarsanız Fenerbahçe’nin şu anki ruh halini de çok rahat görebilirsiniz. Ben tabii burada Mourinho’yu anlayamıyorum. Eğer imza töreninde “Bu forma benim yüzüm” diye konuşuyorsan saha kenarında bu sözün hakkını vereceksin. Başka şansın yok, artık kredin zaten yok. Ve Galatasaray vermediği sürece şampiyonluk şansın da şu andan itibaren yok.

 

Yok……yok……yok

 

Daha önce Galatasaray Teknik Direktörü Okan Buruk’u istediği sonucu alamayınca kötü futbolla sürekli hakemleri ve TFF’yi suçlamasını, en yakın rakibine çamur atmasını eleştirmiş Beşiktaş ve Fenerbahçe aynısını yaparsa aynı eleştiriyi benden alır demiştim. Şimdi işte Fenerbahçe ve Jose Mourinho için aynı noktadayım. Mourinho basın toplantısında Anadolu kulüplerini Galatasaray’a karşı düşük motivasyonla oynamakla eleştiriyor. Yapan yoktur diyemem ama hepsi öyleyse Kasımpaşa, Eyüpspor, Hatayspor’un lidere taktığı çelmeyi nasıl görmezden gelebilir onlarca kupa kazanmış uluslararası düzeydeki tanınmış Jose Mourinho? Kendisinden beklenmeyen bir amatörlükle çıkıp bu açıklamayı yapmak çaresizliğin dışa vurumundan başka bir şey değildir. Peki Mourinho ver oyuncular böyle, diğer yanda yönetim nerede, neden ortaya çıkıp motivasyon kaybını dezavantaja rağmen önlemeye çalışmıyor? Başkan Ali Koç, her galibiyetten sonra meydanda olan Asbaşkan Acun Ilıcalı nerede? Saha dışında bir şeyler yapıyorsunuz ama demek ki saha içinde futbolculara yeteri kadar destek olmuyorsunuz. Transferleri yaptınız, hocaya istediği ortamı sağladınız size karşı yapılanlara cevap vermeye çalışıyorsunuz lakin sizin de yönetici olarak bir sınır çizmek gibi bir krediniz yok bunu da hatırlatmak isterim.

 

Neden Eğribayat-Güvenç değil Çakır-Şengezer?

 

Bu hafta ligde son bir milli ara olacak. A Milli Takımımız UEFA Uluslar Ligi’nde B Ligi’nden A Ligi’ne yani en üst klasmana çıkabilmek için biri İstanbul biri Budapeşte’de olmak üzere kritik iki 90 dakika oynayacak. Tabii açıklanan aday kadroya yönelik bazı söyleyeceklerim var. Örneğin formsuz bir Uğurcan Çakır, Muhammed Şengezer yerine neden Livakovic’in yokluğunda Fenerbahçe kalesini iyi İrfan Can Eğribayat ile Muslera olmadığı zaman Galatasaray kalesinde onu aratmayan Günay Güvenç çağrılmadı anlayamadım. Yusuf Akçiçek’in çağrılmasını bir artı olarak görsem de yine formsuz Samet Akaydin’in çağrılmasını da hoş göremem Milli Takım’ın selameti açısından. Oynamayan bir İsmail Yüksek, Form tutamayan Emre Mor da bu zamanda A Milli Takım’a çağrılmamalıydı. Yine bir Vincenzo Montella klasiği net bir santrafor oyuncusu yok. Büyük ihtimalle Barış Alper yılmaz veya Ahmed Kutucu 4-6-0 sisteminde o bölgeyi doldurmaya çalışacak. Ancak kadrosunda Dominik Szoboszlai gibi bir yıldız ve yakından tanıdığımız Attila Szalai ve Roland Sallai’yi barındıran Macaristan’a ne kadar yeter emin değilim. İzleyip göreceğiz.

 

Muhammet YILMAZ

28 Eylül 2024 Cumartesi

Sportif: Maç Olduğundan Haberleri Var Mıydı?

 MAÇ OLDUĞUNDAN HABERLERİ VAR MIYDI?

 

Çok açık ve net söylemek lazımdır ki geçen hafta oynanan Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin 3-1 Galatasaray üstünlüğüyle sona ermesi Galatasaray adına hak edilmiş bir galibiyet olmuştu. Maçın ana fikri şuydu; bu maç derbi maçı ise bulduğunu atacaksın. Fenerbahçeli oyuncuların o akşam derbi maçı olduğundan haberleri var mıydı ondan bile emin değilim. Kendi evinde orta saha hakimiyetini tamamen teslim etmiş, savunmasının tel tel döküldüğü bir maçtı. Kısaca yenilen gollere en ufak bir reaksiyon göstermeyen ruhsuz bir takım vardı Fenerbahçe adına. Ve o derbi maçından daha büyük dünya derbilerini, bilhassa El Classico’yu görmüş Jose Mourinho’ya yakışmayan bir maç olduğunu açıkça ifade etmek lazım. Fenerbahçe’nin bu zamana kadar ki üretkenlikten yoksun, bazı maçlarda Arap atı gibi sonradan açılan oyunu başta Mourinho, sonra “Öyle bir kadro kuracağız ki…” sözüyle taraftara hayal satan Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ile yönetimine yazar. O maçtan Fenerbahçe ders çıkaracak mı, çıkardı mı göreceğiz. Union Saint-Gilloise maçı yine ışık vermedi çünkü. Tabii derbi ve öncesine uzanan süreçte Galatasaray adına pozitif yönde ifade ettiğimiz her şeyin 3-3 biten Kasımpaşa maçında tersine döndüğü de bir gerçek. Evindeki maçlarda son süreçte kolay kolay puan vermeyen bir takımın bu maçta 3-0’dan 3-3’e nasıl getirdiği de ayrı bir bahis. Okan Buruk’un bir ölçüde değiştirdiği 11 mi yoksa yorgunluk mu sebep oldu. Her ne olursa olsun henüz ligin başlarında bile olsa kıymetli bir 2 puan bıraktı Galatasaray. Bakalım zirve ortakları Fenerbahçe ve Beşiktaş bu fırsatı kullanıp maç fazlasıyla 6’ya çıkan farkı 3’e indirebilecek mi?

 

Hatipoğlu’nun olayı çamur at izi kalsın mı?

 

Derbi sonrası ile ilgili bir de Galatasaray Yönetim Kurulu Üyesi İbrahim Hatipoğlu’nun Fenerbahçe’ye yönelik ortamı bence gereksiz yere germeye çalışan açıklamalarını yadırgadığımı belirtmek isterim. Geçtiğimiz sezon 1-0 RAMS Park’ta Fenerbahçe’nin üstünlüğüyle sona eren maçın sonunda Fenerbahçeli oyunculara gösterdiğiniz muameleyi hatırlatmak isterim. Yani olayınız sadece çamur at izi kalsın mı Sayın Hatipoğlu? Biraz yönetici ciddiyeti, sağduyu bekliyorum İbrahim Hatipoğlu, Dursun Özbek başta olmak üzere tüm futbol yöneticilerinden. Saha içinde de oyunu manipüle edecek açıklamalardan uzak durmak gerekiyor. Herkes itidal, adalet, adil bir oyun diyor iyi güzel hoş ama sadece kendi tarafı için. O yılan başkalarını zehirlediğinde kimsenin umurunda olmuyor. Kusura bakmayın ama yok öyle yağma! Bakın bütün futbol camiası adına söylüyorum; Ya manipülasyon yapmadan konuşun ya da sonsuza kadar susun.

 

Kral çıplak

 

Manipülasyon derken İbrahim Hatipoğlu’nun derbi açıklamaları üzerinden sadece bir örnek verdim ama ev sahibine “kral çıplak” diyen Kasımpaşa’nın emeğini hiçe sayan Galatasaray Teknik Direktörü Okan Buruk’a da ayrı bir parantez açmak isterim. Geçen sezon dönemin TFF Başkanı Büyükekşi’nin de desteğiyle kendileriyle ilgili olan olmayan her şey üzerinden ligi yönlendirmeye çalışan aktörler arasında Okan Buruk da vardı. Kendi aleyhinde sonuçlar sonrasında TFF’ye gösterdiği tepkiler çok anlamsız. Önce kendi işine bakacaksın. Ben doğru kadroyu çıkarabildim mi, oyunu doğru yönlendirebildim mi sorularının cevabını bulmaya çalışmalı. Avrupa ve daha sonrasında kupa maçlarının da dahil olacağı bir fikstür düzeninden hem Okan hocanın hem de herkesin haberi ama nedense sadece Buruk ve Galatasaray’a haksızlık yapılmış oluyor. Böyle iş olur mu Allah aşkına? Mesela Beşiktaş ve Fenerbahçe de puan kaybedecek olursa ve bu tepkiyi gösterirse Mourinho, van Bronckhorst veya başkası o da aynı eleştiriyi benden alır.

 

Muhammet YILMAZ

3 Mayıs 2024 Cuma

Politik Eksen: Acilen Normalleşme

 ACİLEN NORMALLEŞME

 

Bu yıl ki 1 Mayıs günü yaşanan olaylar, ondan önce de 31 Mart seçim sonuçları bana gösterdi ki bu ülkede pek çok şeyin yürümesinde sıkıntı var, anormal işleyen bir düzen var ve bunun bir an önce değişmesi gerekiyor. Uzun lafın kısası acilen normalleşme şart. En başta senelerdir kavgadan, gürültüden, bağrışmalardan bir şey üretmekten uzaklaşmış siyasetin, sıra dışı uygulamalar ve dış faktörlerin de etkisiyle iyiden iyiye bozulmuş ekonominin düzeltilmesi gerek. Bir yandan da çeşitli gerekçeler üretilmek suretiyle sürekli bir yerlerden hortlatılmaya çalışılan terörizm ve vandalizmin en azından önce geri plana itilerek sonra bitirilmesi elzem. Madde madde detayına gidelim ve bunu gerekçeleriyle anlatalım. Neden artık bunları bu şekilde söylüyoruz, herkesin bilmesi gerek.

 

Siyasetin normalleşmesi gerek çünkü;

 

Siyaset bir ülkedeki her şeyin can damarı. Bir ülkede her şeyi siyaset şekillendirir. Bu bağlamda değerlendirirsek; 14-28 Mayıs seçimleriyle halkın bir kez daha şans verdiği mevcut AK Parti iktidarına aslında parti olarak aldığı oyla bir kez daha vekil sayısını düşürerek bir uyarıda bulunmuştu. Fakat AK Parti’nin yeni politika üretmek konusunda zayıf kaldığı 31 Mart seçimlerinde gösterilen sarı kartla ancak görüldü. Vatandaş 14-28 Mayıs tercihini de 31 Mart 2019 ile 14 Mayıs 2023 arasındaki süreçte muhalefetin gelecek açısından güven vermeyen siyasetinden hareketle kullandı. Yani CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in deyimiyle tam bir denge mekanizması sağlanmış oldu. Bu açıdan baktığımızda son derece akıllı bir seçmen kitlemiz var. Bilenler bilir ben muhalefeti 14 Mayıs öncesi ve sonrası ne kadar sert eleştirdim, sadece Kemal Kılıçdaroğlu yerine Özgür Özel’in değişmesini yeterli bulmadım. Ve yerel seçime giden noktada strateji bağlamında da bence muhalefet iyi bir süreç yönetimi ortaya koymadı, baktığımızda iktidarda nispeten bir toparlanma vardı bence süreç bakımından iyi bir strateji izlenmişti ancak genel politikalar bağlamında CHP’nin dile getirmiş olduğu ekonomik problemler insanın canına tak edecek boyuta gelmişti. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mitinglerinde dediği gibi “Yine biz çözeriz, hallederiz”lerle artık siyaset yürümüyor, yürümeyecek. Halk bu haklılığını muhalefete de bir şans verip artık iktidarı değiştirebileceğine yönelik bir irade koyarak gösterdi. Nitekim bunun ilk işaretlerini görmekteyiz. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in partisinin 31 Mart başarısı sonrası verdiği sıcak mesajlar sonrası Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmesi ve genel olarak iyimser mesajlar çıkması gelecek adına umut veren gelişmeler. Devamının gelmesi şart.

 

Ekonominin normalleşmesi gerek çünkü;

 

Siyasetten sonra en önemli konu ekonomi. Hem devlet için hem vatandaş için şu anda en önemli konu diyebiliriz. Son dönemde uygulanan ekonomi politikalarındaki kimi çelişkiler, pandemiyle çevremizde patlak veren savaşlar gibi küresel krizlerle birleşince içinden çıkılamaz bir sorun haline geldi. Hükümet destek olduğunu belirtmesine rağmen tarım ve hayvancılıkta giderek artan maliyetlerle üretimin azalması hatta kimi yerlerde durma noktasına gelmesi ekonomide bir şeylerin ters gittiğinin en belirgin göstergelerinden sadece biri. Enflasyonun son dönemde fırlamasıyla fırsatçılık vs. sebepleri yan yana koyduğumuz zaman hayat pahalılığının artması, buna mukabil asgari ücrette sürekli bir zam istenmesi, memur ve emekli maaşlarında istenen zamların yapılamaması ekonomideki durumun insanları artık bıktırdığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Ekonomistler şu anda nispeten doğru adımların atıldığı yönünde görüş bildiriyor ancak biz vatandaşa yansıyan bir durum henüz göremedik. Tamam, bu belki uzun vadeli bir süreç olacak ama kısa vadede o doğru olduğu iddia edilen politikalardan kısa vadede vatandaş yararına bir şeyler görmemiz lazım.

 

Hayatın normalleşmesi gerek çünkü;

 

Siyaset ve ekonomi insanların hayatını şekillendiren başat unsurlardır. İnsanların ferdi yaşantısındaki ruh halini bu iki unsur belirler. Şu anda genel olarak baktığımızda pek çok kesimde uzun zamandır süre gelen bir memnuniyetsizlik, bir huzursuzluk, buna bağlı olarak bitmeyi bir tarafa bırakın dalga dalga yayılan bir isyan var. İşte emeklilerin, dar gelirlilerin, işçilerin durumu ortada. Haklarından asgari düzeyde olsa bile mahrum bırakıldıklarını düşünüyorlar ve bunu siyasi iktidara yüklüyorlar doğal olarak, buna acil çözüm bulunması şart. Diğer taraftan savunma sanayide orada burada yerlilik millilik artıyor fakat terör sorunumuz ciddiyetini koruyor. Savunma sanayinin bu kadar gelişip terörün varlığını aynı ölçüde koruyabilmesi ilginç bir durum. Öte yandan 1 Mayıs’larda son dönemde gelişen olaylardan ötürü işçiyi emekçiyi konuşacağımıza Taksim’de o oldu, şurada böyle bir olay çıktı gibi şeyler duyuyoruz. Olan işçiye, emekçiye ve olanları haber vermeye çalışan basın mensuplarına oluyor. Özgürlük bağlamında da artık en azından asgari düzeyde gereken zeminin oluşturulması gerektiğini de görmekteyiz.

 

Bütün bu maddeler ışığında ana fikir olarak şunu ifade etmem gerekir ki her şey başta söylemiş olduğum noktaya çıkıyor. Yani genel olarak bir normalleşmeye ihtiyacımız var. Bunun için önümüzde ciddi bir yol var ve fırsatlar belirdi. Değerlendirilmesi herkesin yararına olacaktır. Ki bunları zaman içerisinde ayrı başlık olarak da yeri geldikçe konuşacağız.

 

Muhammet YILMAZ

8 Mart 2024 Cuma

Yaşamın İçinden: Başımızın Üzerinde

BAŞIMIZIN ÜZERİNDE

“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” demişti Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Evet, her zerresine katıldığım bu cümleden hareketle ben de bugün diyorum ki kadınlarımız göklerde yükselecek ama sadece el üstünde, omuzlarda değil ayrıca başımızın üzerinde herdaim yeri olacak. Çünkü yine Atatürk’ün de dediği gibi dünyadaki hemen her şeyin temelinde kadın vardır. Bağımsızlığın, medeniyetin gelişmesinin ve toplumun temel taşı olan ailenin kurulmasının elbette. Bu vesileyle tarihimizi bugünlere taşıyan, bugünümüzü şekillendiren ve şekillendirmeye devam edecek olan bütün kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü en içten dileklerimle kutluyorum. 93 Harbi’ndeki direnişiyle sembol olan Nene Hatun’u, Milli Mücadele’nin kahramanlarından Şerife Bacı, Kara Fatma, Halime Çavuş, Nezahat Onbaşı ve daha sayamadığım nice kadın kahramanımızı saygı, sevgi hürmetle yad ediyorum. “Vurun Kahpeye” diyen yürekli edebiyatçımız Halide Edip Adıvar’a, ilk kadın romancımız ve bugün 50 TL’mizin de yüzü olan ilk kadın romancımız Fatma Aliye Topuz’a, ilk kadın pilotumuz Sabiha Gökçen’e selam olsun. Dün ve bugün hiçbirinin hakkını ödeyemeyiz. Çünkü Yüce Allah’ın kendilerine biçtiği birtakım doğal misyonla birlikte kadın her zaman toplumda çok önemli vazifeleri yürüttü ve yürütüyor. Bir erkek gibi var olan düzeni idare etmeye çalışmıyor. En ince ayrıntısına kadar her şeyi düşünüyor, planlıyor, kuruyor, idare ediyor, bozulduğunda düzeltiyor ya da yeniden yapıyor. Bu nedenle kadının olduğu düzen vardır, huzur vardır, dolayısıyla mutluluk vardır. Kadının olmazsa hiçbir yerde dirliğin, düzenin sağlanamayacağını ve işlerin yürümeyeceğini dolayısıyla hayatın felç olacağını aklımıza derin puntolarla yazmamız gerekir.


Bilincimizi güçlendireceğiz


Şimdi bütün bu genel kanıların ardından karnemize bir bakmak gerekirse hiç de iç açıcı şeyler söylemek mümkün değil. Bütün ifade ettiklerime rağmen bugün kimi noktalarda kadına verdiğimiz değer konusunda bilincimizin zayıfladığı bir gerçek. Bu durum bir erkek olarak benim de canımı yakıyor. Neden her yıl kadın cinayetlerinde artış yaşıyoruz? Neden erkek terörü denen bir kavram ortaya çıktı ve silinmiyor? Bakınız 2023 yılında 315 kadın cinayete kurban gitmiş Türkiye’de. Üstelik neden, çoğu özgür bir şekilde kendi hayatına yön vermek istediği için. Bu bir terördür mutlaka önüne geçmemiz, kendimize bir çekidüzen vermemiz gerektiği aşikar. Eski Türk devletlerinden tutun Osmanlı’ya hatta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünlerine kadar hemen her noktada yeri çok müstesna olan kadınımızı daha farklı şekillerde konuşmak ve başımızın üzerinde tuttuğumuzu göstermek için bilincimizin zayıfladığı yerleri ya güçlendireceğiz ya güçlendireceğiz. Medeni toplum olduğumuzu göstermenin en önemli şartlarından biri hiç şüphesiz budur.


Hukuktaki caydırıcılık artmalı


Toplum olarak kadınımıza verdiğimiz güçlendirmekte yapmamız gereken olduğu gibi devletin de üzerine düşenleri yapmakta daha kararlı olması gerekiyor. Mesela hukukta caydırıcılık noktasında neler yapıyoruz? KADES gibi önemli bir uygulama var ancak her seferinde söylediğim şu iyi hal indirimini başta kadın cinayetleri olmak üzere pek çok alanda kaldırmayı düşünmemiz gerekiyor. Dernekler bilinci artırmak için daha aktif çalışmalar yapmalı. Ben artık Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Şule Çet, Helin Palandöken, Emine Bulut gibi örnekleri her seferinde konuşmak istemiyorum. Kadınlarımızı iyilik ve güzelliklerle daha çok anmayı istiyorum. Unutmayın sadece 8 Mart olarak kabul ettiğimiz bir gün değil her gün kadınlar günüdür. Ve yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözüyle bitirelim “Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır” Günümüz kutlu olsun.


Muhammet YILMAZ

11 Şubat 2024 Pazar

Politik Eksen: CHP'nin Cevaplayamadığı O Soru

 CHP’NİN CEVAPLAYAMADIĞI O SORU

14-28 Mayıs seçimlerinin ardından dağılan ve kendi içinde büyük dalgalanmalar yaşayan, iç kavgalarla boğuşan muhalefet cephesi bir türlü toparlanamıyor. Belki de toparlanmak istemiyor. Bilemiyorum bu sadece söz konusu partilerdeki olumsuzluğu belirten ihtimallerin benim açımdan genel bir yansıması. Burada özellikle muhalefetteki en büyük bileşeni, yani ana muhalefet partisi CHP’yi merkeze almak gerekiyor. Son dönemde siyasette belli hiziplerin güç mücadelesi alanına döndüğü iyice ayyuka çıkan CHP’de parti içi çekişmeler basında oldukça sık yer bulmakta. Son 14-28 Mayıs seçimlerinin ardından eski genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun hizbinin içinden çıkan ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun dümen suyundaki “değişimciler” hizbi Özgür Özel’i başa getirdi. Fakat siyasi çizgi olarak hiçbir değişimin görülmediği sadece Kılıçdaroğlu döneminin politikasını daha sert ve daha açıktan uygulandığı anlaşılmış oldu. Şimdi bu anlayışa karşı çıkan eski Kılıçdaroğlu hizbi de partideki gücü geri almak için direniyor, fırsat kolluyor. Ortak nokta ise aynı, Erdoğan ve AK Parti düşmanlığı. Sadece bunu köpürterek ülkede her şeyin kötüye gittiğine dair ısrarlı eleştirilerini sürdürüyorlar. Peki bu noktada ben sizlere şunu söylemek istiyorum; CHP’nin iktidarı eleştirdikten sonra “Siz ne yapıyorsunuz, öneriniz nedir, o kadar sorunun içinden nasıl çıkılır” gibi sorulara tatmin edici yanıtlar verebildiğini gördünüz mü? Bu belki de ana muhalefetin yönelttiği eleştiriler sonrası tıkandığı en temel nokta. İşte benim esasta şikayetçi olduğum ve sürekli muhalefeti eleştirdiğim yer tam da burası. Çözüm siyaseti ortaya koyamıyor CHP. Oysa sadece iktidarın hatalı söylemlerine karşı söylem geliştirmekle kalmasaydı, seçmenleri aşağılayan bir dil kullanmasaydı 14-28 Mayıs seçimlerinde uzun zamandır hasret kaldıkları iktidara yürümeyi başarabilirlerdi. Dolayısıyla Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce’nin de sözünden de hareketle ne kadar sorun olursa olsun siz bir çözüm sunamadığınız sürece milletin teveccühü çok sınırlı olacaktır.

Sadece algıyla siyaset yürümez

Muhalefet ve kendilerine yakın duran medya devamlı olarak iktidarın söylem açıklarını açıkçası kovalamakta ve bunları istediği algıya çevirerek yönlendirmekte son derece mahir. Ancak bu taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışmak gibidir. Kendi seçmen yapısının parti sadakati yüksek olduğu için CHP o kısmı uzun bir müddet belki tutabilir. Ancak rakip partilerin farklı seçmen yapısı eninde sonunda bu anlayışa da tepki vermeye meyilli olduğu için muhalefetten iktidarın çözemediği sorunlara karşı bir çözüm ve üretkenlik adımı göremezse onu da cezalandırabileceğini hatırlatmak gerekir. Dikkat ediniz AK Parti’nin oyları düşmesine rağmen birinci çıkmaya devam ediyor. Çünkü her geçen gün ağırlaşan sorunlara ve hayat şartlarına karşı bir çözüm üretmek için çabaladığı birtakım seçmenler tarafından görülüyor. Tabii bu noktada aslında partiden ziyade liderliğini artık dünyaya ispatlamış Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinin güven veren faktör olduğu da yadsınamaz bir gerçek.

Rehavet şansı yok

Muhalefet bu yerel seçimde 2019’a benzer bir stratejiyle girecek anlaşılan. Lakin hizmet anlamında iktidara göre zayıf kaldığını, yaptım dediği veya idare ettiği hizmetlerde sürekli aksaklık yaşandığını görüyoruz. 14-28 Mayıs seçimiyle başlayan iç çekişmelerin devam etmesi, hizipler arası kavga düzeyine varan hesaplaşmaların artışı, iktidar düşmanlığı dışında bir ortak noktada buluşulamaması, CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır’ın geçtiğimiz gün yaptığı gibi yönetime karşı çıkan bazı seçmenlerin “trol AK Partili” diye nitelenmek suretiyle ötekileştirilmesi, huzursuzluğu artırdığı gibi Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmaya sebebiyet verebilir. Çoğunlukla muhalefeti eleştiriyoruz ama AK Parti’nin de çıkarması gereken dersler olduğunu birkaç seçimdir söylüyoruz. Hatay’da çok yanlış olmasa bile içerdiği kimi mesajlar yönüyle iletişim hatasına neden olabilecek söylemlerin daha iyi ifade edilmesi şart. Çünkü gördüğüm kadarıyla arkadan gelen ve Milli Görüş anlayışını Saadet Partisi’ne göre daha iyi yansıttığı gözlenen Yeniden Refah Partisi bir alternatif olma özelliğini yükseltiyor. Bu, muhalefet algısına karşılık vermekte zorlanan AK Parti’den umudunu kaybedenler için buraya kaçışı beraberinde getirecektir. Dolayısıyla 2019’da henüz atılmadığı gözlenen metal yorgunluğunun bu seçimde nispeten azaldığı görülse de yetmez. Dilini yapıcı, siyasetini çözüm odaklı sürdürmesi elzemdir.

Muhammet YILMAZ