ZULMÜN İSTİSNASI OLMAZ
Filistin’de
yaklaşık 60-70 yıldır sistematik olarak sürdürülen İsrail zulmü, 7 Ekim’de
Hamas’ın yoğun roketli saldırılarıyla resmen başlattığını duyurduğu “Aksa
Tufanı” operasyonuyla bambaşka bir boyut kazandı. Duruşlar hiç olmadığı kadar
keskinleşti, İsrail zulmü tarihte belki de olabilecek en vahşi halini aldı. Şu
anda herkesin gözleri önünde bence en hafif tabirle bir insanlık dramı
yaşanıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ilk kez TV ekranında katıldığı TRT
yayınında “Biz bu durumun bir yerden patlak vereceğini biliyorduk” minvalinde
bir açıklamada bulunmuştu. Nitekim öyle oldu da. Fakat kısa vadede baktığımızda
artık bir ayını dolduran bölgedeki durum karşılıklı bir savaştan çok tek
taraflı bir katliama dönüşmüş durumda. Mesele kendilerine yönelen en ufak bir
tehdit olduğunda bile büyük bir zulümden geri durmayan kan emici vampir
İsrailli yöneticilerin yüzleri artık tamamen boş bakıyor ve kimseye aldırış
etmeden her gün binlerce sivili katlediyor. Batı her zaman olduğu gibi sessiz,
sesi çıkaran ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin yöneticileri ise
İsrail’e destek vermek için sıraya girmiş vaziyetteler. Şu geride kalan birkaç
haftada ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın “Bir Yahudi olarak” ziyareti
sonrası Joe Biden, Rishi Sunak, Olaf Scholz, Emmanuel Macron sırayla İsrail’in
barbarlığını savunma yarışına girdiler. Ki ABD’nin, Orta Doğu’da PKK/YPG ile
birlikte kullandığı taşeronu olan İsrail’e desteği hiçbir zaman değişmemişti.
10 sene önce Obama ve avanesi de “İsrail’in kendini savunma hakkı var” diyordu
şimdi Biden ve şurekası da aynı cümleleri sarf ediyor. Arap ülkeleri deseniz
çoktan darbeler ve iç karışıklıklarla ABD’ye bağımlı yönetimler haline
gelmişler. Güçleri yetmiyor ve çıkardıkları ses de oldukça sınırlı bir tepkiden
öteye gitmiyor. Dünyadaki pek çok aktörün istisna ve hukuktan muaf kabul ettiği
İsrail zulmü karşısında uluslararası hukuk kurumlarının da artık iflas ettiği
ortamda geriye ne kalıyor derseniz tek ve oldukça kıymetli bir seçenek var. O
da son dönemde içeride ve dışarıda her türlü saldırıya maruz kalmasına rağmen
büyüyen, yükselen ve kendisiyle birlikte Türk dünyasını da ayağa kaldıran güçlü
bir Türkiye. Bu işi çözersek biz çözeriz. Nasıl ki Rusya-Ukrayna Savaşı’nda iki
tarafı diplomatik olarak bir araya getirip bir adım atmaya çalışıp ve geçici de
olsa tahıl koridoru çözümünü ürettiysek Filistin’in özgürlüğü ve İsrail’in
zulmünün sona erdirilmesini er veya geç Türkiye ve Türk’ün güçlü iradesi
sağlayacak gibi görünüyor. Çözmeliyiz çünkü bu vicdanen yaramızı kanatan bu
zulmün sona ermesi ve iki devletli çözümün sağlanması Türkiye’nin stratejik
güvenliği açısından da son derece önemli. Zulmün nedeni, niçini, istisnası veya
muafiyeti olmaz. Mutlaka bir yaptırımı olmalı.
Bölgesel savaş olmamalı
Tabii genel
tespitlerimde Körfez ve Arap ülkelerinin tepki ve eylemlerinin son derece zayıf
kaldığını yazdım lakin bu vahşet daha da sürerse Orta Doğu’nun bütünüyle
karışabileceği, pek çok askeri analistin de dikkat çektiği bölgesel bir savaşla
karşılaşabilme ihtimalini de göz ardı etmemek gerek. Nitekim buna ilişkin bir
emare geçtiğimiz günlerde ortaya çıktı. Lübnan’da faaliyet gösteren ve
arkasında ciddi de bir halk desteği barındıran Hizbullah’ın lideri Hasan
Nasrallah, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada “Savaşa 8 Ekim’den bu yana
dahil olduk” demiş ve gözünü katliamın asıl çıbanbaşı olduğunu iddia ettiği
Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgedeki üslerine dikmişti. Şu aşamada
Hizbullah gördüğümüz kadarıyla kendisine doğrudan bir tehdit olmadığı sürece
İsrail’e resmen savaş ilan etmeyecek. Çünkü şu an Gazze’ye yönelik kara harekatına
yoğunlaşan İsrail’i bu tarafa da çekmesi kendisiyle birlikte içinde bulunduğu
Lübnan ve Suriye, İran, Irak gibi diğer bölge aktörlerinin işine gelebilecek
bir durum değil. Ancak İsrail ile Hizbullah arasında şu dönemde küçük çaplı da
olsa belli çatışmaların yaşandığını ve karşılıklı kayıpların verildiğini de
görmekteyiz. Bunun ileride bölgesel bir savaşı tetiklemeyeceğinin bir garantisi
yok. Çünkü hukuken sınır bildirmemiş bir taşeron örgüt devletinin bugün Gazze’ye
yaptıklarını yarın Ürdün’e, Suriye’ye taşıyabileceğini de şimdiden öngörmek
gerekir.
Vicdanları susturamazsınız
Orta Doğu ve Arap
ülkelerinin İsrail’e karşı daha aktif çalışma yürütmesi ve bölgede barışın
sağlanması için Türkiye ile hareket etmesi gerektiği aşikar. Türkiye bu konuda
şu an için masum sivilleri de göz önünde bulundurarak net bir tavır ortaya
koysa da dengeli hareket etmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk anda
yaptığı itidal çağrısı dikkate alınmayınca, İsrail’e karşı yavaş yavaş ses
yükseltti, sonunda devlet gibi değil örgüt gibi hareket ettiği yönünde görüş
bildirerek Filistinlilere sahip çıkılması için çalışmalar yapmaya, diplomatik
imkanları sabırla zorlamaya başladı ve hala bunun için yoğun bir trafik
yürütüyor. Ve her ne kadar Batılı devletleri yönetenler “Halklarımızla
İsrail’in yanındayız” şeklinde konuşsalar da gerek Batı kamuoyu gerekse de
İsrail kamuoyunda bile bu olaya yönelik ciddi tepki sesleri yükseliyor. Ne
yaparlarsa yapsınlar vicdanları susturamazlar. Nasıl ki İstanbul’da milyonlarca
kişi Atatürk Havalimanı’nda ellerinde Filistin ve Türk bayraklarıyla ortak bir
vicdani tavır ortaya koydularsa benzer tablolar Paris’te, Londra’da, Washington
DC’de, Tel Aviv’de de yaşanıyor. Bu seslere ne biber gazı işler ne de cop
darbesi. İnanıyorum ki vicdanın sesi sonunda galip gelecek. Biz bu zulmü
bitireceğiz.