15 Temmuz 2020 Çarşamba

Politik Eksen: Bir Gece Ansızın Yazılmış Bir Destan


BİR GECE ANSIZIN YAZILMIŞ DESTAN

Bu ülkenin öyle fedakâr ve vatanperver kahramanları varmış ki biz onları ancak o gece gördük, o gece fark ettik. Aslında üzerine program yapılması gereken bir konu fakat ofis stüdyolarımızdaki yeniden yapılandırma çalışmaları yeni bitti o yüzden bir süredir YouTube kanalında program yapmadık, ancak yeni bölümlerimiz gelecek. Kaldı ki 15 Temmuz destansı direnişi üzerine ne kadar program yapılsa, ne kadar köşe yazısı yahut kitap yazılsa bence az gelir. Bir gece ansızın yazılmış bir kahramanlık destanından bahsediyoruz. Ve bu destanın kahramanı bir kişi değil, binlerce kişiden oluşmuş bir topluluk. Vatanına, devletine bağlı bir millet. Türkiye 15 Temmuz’da isimsiz kahramanlarını gördü ve fark etti, “Ben yalnız başına bir devlet değilim. Benim arkamda bana sadık milyonlar var” dedi. Bugünü gerçekten çok iyi okumamız ve anlatmamız gerek. Yarınların tarih kitaplarına girecek bu tarihi olayı asla ve asla küçümsememeliyiz. Türk tarihinde ilk kez bir askeri darbe girişimi başarıya ulaşması engellendi, ordunun içindeki fitnecilerin yönetime el koyma planları bu vatan uğruna canını veren şehitlerimiz ve tankların altına yatan gazilerimiz sayesinde özgürlüğümüze ket vurulamadı. Hep söylüyoruz; “Darbeler Türkiye’yi 20 sene geriye götürdü” diye, Her darbeyle ülkede birçok taş yerinden oynatıldı, o oynatılan taşlar kimi zaman iç savaş belirtisi bile gösterdi. Büyüklerimiz daha iyi bilirler, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve 28 Şubat 1997’de başlayıp kaynaklarda dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ağzından ifade edilmiş bilgilere göre 2009’a kadar kararları uygulandığı iddia edilen postmodern darbe dönemindeki yaşanmışlıkları. İmam-Hatip liseleri için katsayı engeli, başörtüsü yasağı benim izlediğim darbe belgesellerinden aklımda kalan yalnızca ikisi. Kim bilir o alçaklar bu darbeyi yapsaydı Türkiye’de neler yaşanacaktı? Tahmin etmeye çalışmak bile korkutucu.

Anlamadan konuşmak

O gece bütün olan bitenin açıkça görülmesi ve bilinmesine rağmen birilerinin ısrarlı bir şekilde bu olaydan devleti yönetenleri sorumlu tutma çabası var. Dün Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a yönelik suçlayıcı ifadeleri bir kez daha ana muhalefetin 15 Temmuz’u anlamadığına delalet eder nitelikteydi. Öyle ki Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı darbeden haberi olup o gece Marmaris’e kaçıp saklanmakla suçlamış. Sayın Kılıçdaroğlu bana kalırsa önce 15 Temmuz gecesi nasıl tankların önünden rahatça geçip gittiğini, sonra ülke savaş alanına dönüp millet boğazda, belediyede, TBMM’de, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde, TRT’de orada burada vs. vatan derdindeyken, nasıl dönemin Bakırköy Belediye Başkanı’nın evinde saklandığını açıklasın. Neden kontrollü, darbe, tiyatro vb. ifadeleri kullandınız sayın Kılıçdaroğlu? Kaç yıldır cevabını vermekten imtina ettiğiniz bu soruları cevaplamadan bu ülkenin Cumhurbaşkanı hakkında bu şekilde konuşamazsınız kimse kusura bakmasın.

Yakışmayan duruş

Dayanağı olmayan söylemlerle sahte gündem oluşturmaya çalışıp akıl oyunlarıyla zihin bulandırmaya çalışıyor Kemal Kılıçdaroğlu. 15 Temmuz gibi hassas bir değer karşısında doğru ve mantıklı bir duruş sergileyemedi. Hâlâ da asi durmakla çok büyük bir yanlış yapmakta. OHAL’in ilan edildiği 20 Temmuz’u darbe gibi gören ama 15 Temmuz’u saray ve millet olarak ayrıştıran Kılıçdaroğlu, hangi amaca hizmet etmeye çalışıyor anlayamıyorum. Lâkin çok yanlış bir yolda olduğu ortada. Bir ana muhalefet partisi liderine, hele Atatürk’ün kurduğu partinin liderine bu duruş hiç ama hiç yakışmıyor. Keşke bunları söylememiş olsaydı. Birliğimiz bozulmamalı. Biz farklı görüşleri iç içe yaşayabilen, milli meselelerde vatanı hep birlikte müdafaa anlayışında olan bir toplum olmalıyız. 15 Temmuz bize bunu öğretmeli.

Muhammet YILMAZ

12 Temmuz 2020 Pazar

Politik Eksen: Ayasofya Hasretine Son


AYASOFYA HASRETİNE SON

Öncelikle uzun bir aranın ardından yeniden blog sayfamızda yeni bir köşe yazısıyla huzurlarınızdayız. Bir süredir devam eden sessizliğimizi Kırmızı Alan YouTube ITV’yi kısmen de olsa hayat geçirerek bozmuştuk. Burada belli aralıklarla Medya Günlüğü isimli programı yapmaktayım. Zaman ilerledikçe ve ekibimizi oluşturup güçlendirdikçe bu uzun vadeli projeyi daha da geliştireceğiz. Vatandaş fikirleri de bizim için önemli olacak. Blog sayfamızı da ihmal etmeyeceğiz tabii ki ve Medya Günlüğü’nün son bölümünde ele aldığım konuyu yazacağım bugün. 86 yıllık hasret bitti, Fatih’in emaneti Ayasofya’nın, müze statüsünden çıkarılarak yeniden cami olması yönünde tarihi bir adım atıldı. Tabii birçok büyük adım bazı tartışmaları da beraberinde getirir. Özellikle I. Dünya Savaşı’na girme nedeni olan Megali İdea yahut kimi kaynaklarda Megalo İdea, ki Yunanca’da Büyük Fikir anlamına gelir, düşüncesine sahip Yunanistan’ın konuya müdahil olması son derece hadsiz olmakla birlikte beklenen bir durumdu. Programda da söyledim; adamlar sanki kendi ülkelerinde hiç sorun yokmuş gibi, öncesinde Yorgo Papandreu’dur, Lukas Papadimos’tur, Alexis Çipras’tır şimdi de Kiryakos Miçotakis midir nasıl bir karın ağrısıysa bunlar, bütün işi gücü bırakıp rotayı Ayasofya’yı çevirmiş. Gereken cevabı gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, gerekse de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu verdi. Ayasofya Cami, Türkiye topraklarının göz bebeği İstanbul’un incisi, bu nedenle de Türkiye’nin milli egemenlik meselesidir. Her türlü yetki ve sorumluluk da Türkiye’ye aittir. Nitekim hukuk çerçevesinde hareket edildi, dört yıldır süren davanın neticesi göz önüne alınıp kılıfına uydurularak Ayasofya yeniden ibadete açıldı. Hayırlı uğurlu olsun.

Siyasi bir karar mı?

Ayasofya kararı dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de infiale yol açtı. Bazı kesimler kararın tamamen siyaseten alındığını düşünmekte. Ayasofya’nın bence de gereğinden fazla siyasete alet edildiği doğru. Çünkü daha önce iki seçim döneminde dış güçlere gözdağı vermek amaçlı bir koz olarak kullanıldığı bir gerçek. Nitekim Karar Gazetesi yazarı Taha Akyol’un “Ayasofya siyasete açıldı” yazısının sonucuna katılmasam da bazı vurguladığı bölümlerde siyasi açıdan konunun vehameti anlaşılmakta. Bu kez de aynı blöf yapılmış olsa AK Parti, buradan muhafazakâr camianın gözünde ciddi bir prestij kaybına uğrayacaktı. Eminim bu durum da düşünülerek hareket edilmiştir fakat tamamen siyasete yormak bence doğru değil. Bu yönde milletin birçok kesiminde uzun yıllardır süregelen bir beklenti olduğu açık. Ayrıca özü ibadethane olan bir mekânın müze olması devleti yönetenleri de rahatsız ediyordur diye düşünüyorum.

Erdoğan’ın geçmişteki sözleri

Tabii bu minvalde haklı olarak göz önüne alınması gereken bir konu daha var. O da daha önce gündeme geldiği vakitte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya konusunda takındığı tavır. 31 Mart seçimleri döneminde Ayasofya gündeme geldiğinde Erdoğan, 18 Mart 2019 tarihli Kanal 7 Seçim Özel yayınında Sultanahmet doldurulmadan Ayasofya’nın açılmasını uygun bulmadığını ifade etmiş, bununla birlikte “Bunun bir götürüsü var, onun bizim için faturası çok daha ağırdır” demişti. Bu sadece çarpıcı bir cümlesi devamını internette bulabilirsiniz. O zaman uygun görülmeyip şimdi değişen durum tam olarak nedir? İster istemez bu konu gündeme geliyor ve herkes bu sorunun cevabını duymak istiyor. 10 Temmuz saat 20.53’teki Millete Sesleniş konuşmasını izledim fakat sorunun cevabına dair bir cümleye rastlamadım. Lakin bu soru cevap bulmazsa sayın Cumhurbaşkanı için durum siyaseten dezavantaja dönüşebilir. Şimdilik bu kadar ikinci bir yazıyla Ayasofya’yı konuşmayı sürdüreceğiz.

Muhammet YILMAZ