28 Ocak 2019 Pazartesi

Politik Eksen: Neden Beka Sorunu?


NEDEN BEKA SORUNU?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli son zamanlarda çok kez söylüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da her gittiği ilde katıldığı programların yarısından fazlasında yaptığı konuşmalarda üstüne basa basa vurguluyor. Elbette “beka sorunu” ifadesinden bahsediyorum. Herkes düşünüyor bu cümleyi duyduğunda. Bana öyle geliyor izlediğim okuduğum haberleri bir vatandaş gözüyle empati yapmak suretiyle takip ediyorum. Yani gazeteci olarak değerlendirmekle kalmıyor, bir de vatandaşın gözünden olaya bakmaya çalışıyorum. Düşünüyor vatandaş ve soruyor “neden beka sorunu, nasıl, niçin veya kim için beka sorunu”? Haberleri gördükçe çözüyorsunuz aslında. Ben de çözdüm esas itibarıyla, ilerleyen bölümde geleceğim bu soruların cevabına ama önce beka sorunu ifadesinin içini bir dolduralım. Ya da aslını açıklayalım demek daha doğru olur. Türkiye’de sahiden bir beka sorunu var. Tabii ki de bunun merkez üssü şuanda Güney sınırımızda. Suriye’de Amerika, Rusya gibi çıkarcı güçler tarafından uzun yıllardır sürdürülen kumar artık daha ileri bir boyuta taşındı. Eskiden PKK adlı bir terör sorunumuz vardı zaten. Bugün her ne kadar gücünü belli oranda kaybetmiş olsa da hala var. Ama PKK’ya ek olarak oyunu uzatmak için şimdi PYD/YPG, DAEŞ gibi birden fazla güdümlü terör örgütü de varlık gösteriyor bölgede. Güdümlü diyorum çünkü bunlar birileri tarafından beslenmek suretiyle ayakta durabilen, meydan okuyup operasyon yapabilen örgütler. PYD/YPG adlı terör örgütü ve uzantısı olarak faaliyet gösteren, ismi değiştirilmiş şekilde karşımıza çıkan DSG’nin Amerika Birleşik Devletleri tarafından açıkça desteklendiğini zaten biliyoruz. Açıkça silah yardımı yapıldığına çok kez şahit olduk ve daha da olacağız gibi görünüyor ilerleyen süreçte. Sadece bu da değil, Türkiye ekonomik olarak da yoğun saldırı altında. Dolar ve Euro kuru üzerinden gerçekleştirilen saldırılarda, özellikle rahip Andrew Brunson’ın serbest bırakılması sürecinde, Türk ekonomisi büyük zarar gördü. Şimdi durum düzeltilmeye çalışılıyor fakat alınan yaralar şuana kadar tedavi edilemedi. Halk bu süre zarfında ciddi zarar gördü ve görmeye de devam ediyor. İşte beka sorununun aslından kasıt budur.

Prestij meselesi

Şimdi beka sorununun bize ve vatandaşa nasıl lanse ettirildiğine bakalım. Başta da söyledim bu konu, MHP lideri Bahçeli ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarında çok sık söz ettiği bir konu. Bana kalırsa bu konu onlar için partilerinin, hükümetin, Cumhur İttifakı’nın ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin prestijiyle alakalı bir mesele. Neden? Çünkü beka sorunu tanımı önümüzdeki 31 Mart yerel seçimlerine bağlanmak suretiyle Cumhur İttifakı partilerinin liderlerince kullanılıyor. Seçimlerde iki partinin ayrı ayrı ve/veya ittifak olarak alacakları olası kötü bir sonuç veya seçimi kaybetmek, iç siyasette onların yapmış olduğu reform, icraat vb. konuları tartışmalı hale getirecek. En başta da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni tabii. Onların penceresinden bakarsak durum bu. Muharrem İnce, seçimler için beka sorunu ifadesinin kullanımını Bahçeli’ye itafen “zeka sorunu” olarak nitelemek suretiyle eleştirmişti. İnce kendi penceresinden bakıldığında haklı. Sadece söyleyiş tarzı biraz kaba orası ayrı bir konu. Seçimler için “Vatan, Millet, Sakarya” durumları esasında yeni bir şey değil. 16 Nisan öncesine kadar genel veya yerel seçim yahut referandum fark etmeksizin her zaman partiler ve zihniyetler ön planda tutulmuş, adaylar geri planda kalmıştır. Olayı yansız olarak yerel seçim özelinde tartışırsak beka sorunu tanımını kullanmak bana yanlış ve saçma geliyor. Bunun gibi hepimizin milli davası olan konular seçim malzemesi yapılmamalıdır. Gelgelelim ki bugün öyle bir siyasi ortam oluşturuldu ki Türkiye’de, birlik denen kavramı duyamaz olduk. Sertin de ötesi bir ortam oluştu. Bunun sorumlusu da bence iktidar olmaya talip, sözü geçen, tanınmış bütün siyasi partiler ve onların içinde yer alan bütün aktörlerdir. Ve biz seçimi konuşuyoruz her seferinde fakat halkın gündemi siyasetten emin olun çok çok daha farklı ve ayrı. Nedir halkın derdi derseniz geçim. Halkın geçim sıkıntısına çare olacak bir siyasi oluşum yok şuan Türkiye’de. Sanırım bir süre daha da gelmeyecek gibi görünüyor. İlerleyen yazılarda bu konuyu daha detaylı değerlendireceğiz.

Muhammet YILMAZ

25 Ocak 2019 Cuma

Politik Eksen: Yine Aynı Oyun Aynı Senaryo


YİNE AYNI OYUN AYNI SENARYO

Evet; yeni bir heyecan, yeni duygular ve yeni gelişmeler ışığında yepyeni bir maceraya “Kırmızı Alan” adını verdiğim internet mecrasında yeniden başlıyorum. Yeniden diyorum çünkü bilmeyenler için kısaca ifade etmek gerekirse birkaç ay öncesine kadar yine aynı isimle kurmuş olduğum blog mecrasında yazıyordum. O zaman ilk tecrübeydi, dolayısıyla bugün daha yetkin, profesyonele daha yakın, daha anlaşılabilir ve sindirilebilir yazılarla karşınızda olacağım. İnsanı ve halkı merkeze alacak, herhangi bir grup ya da ideolojiye yakın değerlendirmeler yapmayacağım. Bugün gündemin en sıcak başlığını değerlendirmeye alıyorum. Yani Venezuela’daki post-modern darbe girişimini. Amerika Birleşik Devletleri’nin petrol zengini ve daha çok Türkiye dostu ülkelere yıllardır uyguladığı bu oyun aynı senaryoyla şimdi yeniden kurgulanmak isteniyor. Öncelikle şunu belirteyim, CIA Venezuela’daki meşru Maduro hükümetini devirmek istediğini açıkça ilan etmişti bütün dünyaya. Ve bir sivil darbe için ciddi çalışmalar yürütmekteydi. Hakeza ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’da bu çalışmalara destek veriyordu. Bugün görüldü ki bu çalışmalar son aşamaya taşınmış, iş oldubittiye getirilmeye uğraşılıyor. Muhalefet lideri ve Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaido kendini “geçici başkan” ilan etti, ABD ve müttefikleri hemen onu tanıdığını açıkladı. Tabii karşısında(veya karşılarında) şimdi sadece Venezuela yok. Türkiye olarak biz, Meksika, Bolivya ve Rusya Amerika’nın Venezuela’ya olası bir askeri müdahalesine karşı çıktılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca Maduro’yu aradı ve desteklerini iletti. Bu gelişmeler ABD’yi bu hukuksuz ve meşru olmayan yoldan döndürür mü bilinmez, fakat bir gerçeği buradan bir kez daha vurgulamak lazım. Dünya, yeni bir savaşın eşiğine doğru hızla gitmekte. Daha doğrusu dünyayı yöneten kirli ve kanlı eller tarafından savaşa götürülmekte. Sıcak mıdır soğuk mudur veya zamanı uzak mıdır yakın mıdır bilemem, kimse bilemez esas olarak ama bir savaş olacak gibi duruyor. En azından yaşanan gelişmeler bu ihtimalin biraz daha güçlendiğini gösteriyor. Ve şuan bana kalırsa artçı sarsıntıları izliyoruz.

Demokrasi darbeyle gelmez

Gelelim konunu önemli bir noktasını tartışmaya açmaya. Aslında tartışma falan denmez çünkü dünya üzerinde pek çok insan bu konuda hem fikir olacaktır. Ben de düşünmekteyim ki o da şu, demokrasi darbeyle gelmez. Bunun geçmişte sayısız örneğini gördük. Birkaç örneği aktaralım; 12 Eylül 1980’de Kenan Evren ve silah arkadaşlarının orduyu kışkırtması sonucu “Bayrak Harekatı” kod adıyla Türkiye’de yeni bir askeri darbe gerçekleşti(27 Mayıs 1960 bundan önceki askeri darbeydi hatırlarsanız). Sonrasında yaşanan süreçte Türkiye’ye demokrasi geldi mi? Tabii ki de hayır. Sıkıyönetim ilan edildi, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümsüz kılındı, parti yöneticileri tutuklandı veya sürgün edildi, bazıları idam edildi vs… Yine Amerika geçmişte Irak’a girdi, Afganistan ve Suudi Arabistan’da darbelerin gerçekleşmesine ön ayak oldu. Aynı şekilde Kuzey Afrika’da Mısır, Libya ve Tunus en sonunda Suriye… Özetle demokrasi geldi mi darbe olunca ya da dışardan askeri müdahale olunca? Gelmedi. Dolayısıyla tarihin tekerrür etmesi durumu söz konusu. Başkan Trump Amerika’yı o eski darbeye veya askeri müdahalelere zemmin hazırlayan günlerine döndürmek istiyor anlaşılan. Ancak saydığım örnekler doğrultusunda şu sonucu çıkarabiliriz ki en kötü demokrasi en iyi darbe yönetiminden iyidir. Bizi memnun etmese bile.

Muhammet YILMAZ